Kayıtlar

Tanıtım Yazısı

İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi!

Resim
       24 Şubat 2020'de ilk blog yazımı yazdığımda internet sitemde gündeme, genel kültüre, topluma yönelik yazdığım yazıları bir sohbet havası eşliğinde yayımlamayı planlıyordum. Bu yüzden bloguma "İçimden Geçenler İçimden Geldiği Gibi" mottosunu uygun bulmuştum.     Her insan içinde bir miktar huzursuzluk taşır. İşte bu huzursuzluk; insanı araştırmaya, üretmeye, yapmaya, sıradışı olana iter.     Kimisi maymun iştahlıdır: Kendini aramak adına bir şeyler yapmaya çalışır, vazgeçer. Kimi insan şanslıdır: Kendini çabucak bulur. Kimi insan talihsizdir: Kendini bulduğunu sanar ama kendini ebediyen kaybetmiştir.     Bu insanlar bir nebze de olsa huzuru bulmuştur. Onlar huzuru, huzursuzluklarını hissettikleri anda dışarı vermekle bulurlar.      Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanı için husursuzluğun kitabı derler. Fernando Pessoa'nın da Huzursuzluğun Kitabı adlı bir eseri vardır. Oysa bütün kitapları oluşturan huzursuzluk düşüncesi değil midir?    Ken

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek

Resim
   Yaklaşık 20 gündür çok sık aralıklarla acı çekiyorum. Kısa süren coşkunluk hâlinin verdiği gazla işlerimi devam ettirirken bir süre sonra kendimi derin bir keder içerisinde buluyorum. Ruhum bunalıyor, kitleniyorum. Dişimi sıkarak okumalarıma devam etmeye çalışıyorum.     Bu, dışsal bir sebebe bağlı değil. Hayatım, oldukça yolunda seyrediyor.     Ve şunu da biliyorum -bunu bilmem epeyi zamanımı aldı- bu süreçten her ne kadar yıpranmış olarak çıksam da sonunda çok iyi işler ortaya koymuş olacağım.     Bu, büyük şeyler ortaya koyacak olmamın sancısıdır. Önümde yarım kalmış bir seminer ödevi, okumam gereken bir kitap, araştırmam gereken bir konu ve hazırlanmam gereken bir çalıştay var.     Önümdeki yirmi günde hayatımın geri kalanını doğrudan etkileyen işler yapacağım.     Müzik ama özellikle fitness olmasa bu heyecanın üstesinden gelmem mümkün olmayabilirdi. O hâlde kendime zararlı alışkanlıklardan zararlı alışkanlıklar beğenebilirdim. Müzikle ruhumu, fitnessla bedenimi yor

Kritik Yazılar: Homimi De Gırtlak, Pufide Gandi, Cumba Yatak

Resim
   Bir koalisyonlar partisi olarak AKP'yi meydana getiren ve bir arada tutan şey, Post- Kemâlizm idi.     Erdoğan'ın Pragmatist ve Makyavelist siyaseti sonucunda bugün bütün Post- Kemâlistlerin AKP veya Cumhur İttifakı çatısı altında toplandığını, buna karşılık CHP'nin de Kemalist bir parti olduğunu söylemek doğru olmaz.     Kuruluş yıllarındaki AKP siyasasının aynı zamanda bir milliyetçilik karşıtlığı olduğunu da söylemekle birlikte bugün gelinen noktada AKP'nin kemik kitlesinin kendi arasında kimin daha milliyetçi veya kimin daha Atatürkçü olduğu üzerine yarıştığını belirtmek gerek. Ancak karşı tarafın da AKP'nin çözülmesinden kaynaklı olarak daha heterojen bir yapıya kaydığını söyleyebiliriz.     Bugünün siyaseti, 20 yıl önceki gibi keskin hatlardan oluşmuyor. Sınıfsal farklar her ne kadar siyasî görüş ve siyasî parti destekleme konusunda belirleyici olsa da ana etken olmaktan çıkmış durumda.     Post- Modern bir saçmalık olarak AKP, MHP, HÜDA, BBP, Y

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Resim
   Gündemi yakından takip eden ve siyaseti bir olgu olarak kabul edebilen bir vatandaş olarak benim de 14 Mayıs seçimleri ile ilgili tahminlerim, ön görülerim ve düşüncelerim olacak.     Öncelikle şunu söylemekte fayda var: Herkesin ama herkesin politize olduğu bu ortamda bugün seçimle ilgili yapılan değerlendirmelerin neredeyse tamamı sağlıklı bir analiz olmaktan çok öte bir kitlenin sözcülüğünü yapma görevi görüyor.     Örneğin bugün hatırı sayılı derecede muhalif seçmen, 6'lı Masa'nın ontolojisine karşı çıkıyor. Buradaki en büyük rahatsızlığı AKP'nin sabık bakanları oluşturuyor. Muhalif seçmenler açısından değerlendirildiğinde yıllardır AKP istibdadı altında ezilmiş vatandaşlarda bu iki eski AKP'li bakanın rahatsızlık uyandırması son derece doğaldır. Ancak şu var ki nasıl muhalif seçmenin önemli bir bölümü en tabii haklarını geri kazanmak adına radikalize olmuşsa Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu da yine çok tabii olarak siyasî hayatlarını devam ettirebilmek adına 6'

Futbol'un Akademisi: Enkaz Devralmak

Resim
   Bjelica'yı yaklaşık 3 yıl önce Dinamo Zagreb'in başındayken tanımıştım. Kendi futbol anlayışıma da yakın bulduğum Bjelica, bir gün Trabzonspor'u çalıştıracak deseler imkânı yok, inanmazdım.     Belki Bjelica kendine başarılı olabileceği ve çok daha rahat bir çalışma imkânı bulabileceği bir takım bulabilirdi ama Trabzonspor bırakın başarılı olabilecek bir teknik direktörü, takımın başında duracak birini bulabilecek miydi, emin değilim doğrusu.     Ne yaptığını bilen bir teknik direktörün sabra değil zamana ihtiyacı vardır.     Takımla yalnızca bir gün mesai yapma imkânı bulan Bjelica, henüz değerlendirilme şerefine ulaşamamıştır.      Yalnızca bu girizgâhı yapmamız bile ülkemizin bir futbol ülkesi olmadığının Trabzon'un da eski Trabzon olmadığının en büyük delilidir.     Artık zar zor ayakta kalabilen yaşlı futbolcuların yanında sanki onlarla birlikte jübile yapacak gencecik çocukları gördüğümüzde sorunun yalnızca maddî veya zihinsel değil fiziksel olduğun

Futbol'un Akademisi: Patron Sizsiniz

Resim
   Her akşam haberleri Fox TV'de Selçuk Tepeli'den takip ediyorum. İstisnasız her iç geçirişinin ardından usanmadan patronun halkın kendisi olduğunu hatırlatan şu ifadeyi kullanıyor "Patron sizsiniz!"     Beni dün kulüpten aradılar. Telefondaki hanımefendi Trabzonspor kulübünden aradığını söyledikten sonra: "Hizmetleriniz için teşekkür etmek için aradık." dedi. Şaşırdım, "Ne hizmeti dedim?" Öyle ya, koskoca Trabzonspor kulübü beni hangi hizmetim için arayacaktı ki?    "Hizmetleriniz..." dedi telefondaki hanımefendi. "Bugüne kadar forma aldınız, maça geldiniz. Sahi maça gelmiş miydiniz?" dedi. Geçen sene iki maça gelmiştim." "Peki, bundan sonra gelmeyi düşünür müsünüz?" dedi.     İftira 1 saat kala gelen bu küstah telefon, zaten sıkkın olan canımı iyice sıktı. Demek ben forma alması ve maça gelmesi gereken bir müşteriyim. "Hayır, gelmeyeceğim." dedim. "Nedenini öğrenebilir miyim?" de

Futbol'un Akademisi: Bir Anlayışın İflası

Resim
   2018 senesinin mart ayında nasıl hissediyorsak ve ne düşünüyorsak bugün de aynısını düşünüyoruz.     Hani bu takım, daha doğrusu şehir, bir kere şampiyon olduktan sonra işler çok daha kolay olacaktı?     Hani şu üzerimizdeki gerginliği bir atsak gerisi gelirdi?     Çok değil eylülde coşkunun hâkim olduğu uzun ve ince sokaklarda bugün boş vermişlik var.     Bir teknik direktörü takımın başına getirmek, ona olan güvenin göstergesidir. Abdullah Avcı'nın futbol anlayışı, hocalığı, dünya görüşü zaten ortadaydı. Sorun, Avcı'nın özelliklerinin farkında olan birisi tarafından kullanılmasıydı. Ertuğrul Doğan, bugünlerin geleceğini çok iyi biliyordu.    Avcı, işini yapmaya çalışan bir adam görüntüsü veriyor. Spor camiasında birçok kimse statükoya olan desteğini alenen belli etse de o, hep bunlardan uzak durmaya çalıştı, durdu da. O yüzden ona zeval yok. Ancak bu "gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" tavrı onun geçmişte de bugün de başına bela oldu. Böyle giderse

Futbol'un Akademisi: Aslolan Trabzonspor'muş, Duydunuz Mu?

Resim
   Mehmet Kaplan, Köroğlu için "dejenere alp tipi" diyor.     Kaplan Hoca, Ülkücü bar fedaisi hikâyeleriyle büyüyen bir neslin Kurtlar Vadisi projesini ıskartaya çıkaran dejenere insan tipini görse ve bugün edebiyat yapıyorum diye kustuklarını okusa acaba nasıl yorumlardı, çok merak ediyorum.     Malumunuz ki son altı aydır Trabzonspor'da acayip işler oluyor. Hepsini buraya yazıp kafa ütülemeye ne hâcet!     Özetle koskoca bir şehrin aslında ne kadar küçük olduğunu ve şampiyon başkanını yiyecek kadar sermayeye susadığını görmüş olduk.     Menajerler de olmasa 11 çıkaramayacak olan Trabzonspor'u, asgarî ücretle hayatta kalmaya çalışan Trabzon şehri besleyemez oldu. Yöneticiler de büyümeyi, yüksek maaş vermekte olduğunu düşününce kulüp, çıkmaza girmiş oldu.     Ağaoğlu'nun yeniden yapılanma ve Trabzonspor'un kurumsallaşması adına yaptığı katkı takdire şâyandı. Ancak bununla birlikte Ağaoğlu yönetimin gittikçe merkezileştiğini de görmüş olduk. Ki Ağao