Kayıtlar

Ekim, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Edebî İzlenimlerim: Edebî Muhitler

   Hani İstanbul için edebiyatın kalbinin attığı yer denir ya... Ne kadar da doğru, değil mi?     Modern şehrin telaşı edebiyatı günlük hayatın dışına itmiş gibi görünse de edebiyat nerede olursa olsun kendine yer bulabiliyor. Çünkü yüzyıllardır süregelen evrimimiz edebiyatı bir dürtümüz hâline kadar getirdi. Aynı şekilde edebiyat muhitleri de modern şehrin kenarına atılmış gibi görünse de atıldığı kenarda ışığı insan gözünü rahatsız edecek derecede parlamaya devam ediyor.     Genel olarak edebiyattan rahatsızım. Rasyonel yaklaşımımın pek doğal bir sonucu olarak edebiyatı sevmiyor, edebiyattan faydalanıyorum. Dolayısıyla bugünkü edebiyat muhitlerinin geçmiş zamankinden çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Edebiyat ve edebiyatçıdan bahsediyoruz sonuçta...     Önceleri kıraathânelerde yapılan edebî sohbetler artık fazlasıyla garip kafelerde yapılır durumda. Edebiyat kafeleri en çok Üsküdar civarında göze çarpıyor. Üsküdar, millî-muhafazakâr kesimin en gözde birkaç semtinden biri. Üsküdar

Futbol'un Felsefesi: Türk Futbolunda Yabancı Sınırı

Resim
   TFF, özellikle 2000'li yılların başımdan beri -moda tabirle- "bir şeyler deniyor."     Deniyor ama ne denediğinin hiç de farkında değil. TFF; plansız, programsız ve savruk hareket ediyor. Sırf işine böyle geldiği için hareket ediyor izlenimini veriyor.     Neden mi? İlk kez 1951'de yabancı sınırlandırılması getirilmiş, bir kişiyle sınırlandırılmış. Daha sonra bu sayı 1966'da 2, 1989'da 3, 1998'de 5'e çıkartılmış.     İşler buradan sonra çirkefleşmeye başlıyor zaten. Dışarıya hayli kapalı olan Türk futbolunun 2000 öncesi dönemde ne pek fazla futbolcu getirip oynatabilecek ne de dışarıya ihraç edecek potansiyeli vardı. O zamanlar deseler ki bir gün Barcelona'da top koşturmuş Eto'o, Antalyaspor ve Konyaspor forması giyecek, herhâlde gülünüp geçilirdi. 2000 öncesi dönemde deseler ki bir Türk futbolcu Trabzonspor'dan 17 milyon €'ya Lille'e transfer olacak, yine kimse ihtimal vermezdi. Trabzonspor ve diğer Anadolu kulüplerinde oynayan

Futbol'un Felsefesi Sunuş Yazısı

   Futbol benim için özellikle şu pandemi döneminde iyi bir meşgâle oldu. Futbol üzerine düşündüm, taraftarlık kurumunu sorguladım. Hatta futbol adına güzel belgeseller izleyip "Hastalık Bu Futbol" "Mr. Manager" gibi çok futbola analitik yaklaşan Youtube kanallarından bolca yararlandım.     Yaptığım her işi ciddiye alıyorum. Mükemmel olmak gibi bir çabam yok. Keşke şu anlık yeterli sayıda gördüğüm okuyucularım yanlışlarımı da söylese de ben de daha da iyi işler ortaya koyabilsem. Kendim hakkındaki düşüncem yeterince iyi ve güzel ürünler ortaya koyabildiğim yönünde.     Konuşmak var, konuşmak var. Yazmak var, yazmak var. Elbette ben bir Trabzonlu ve pek tabiî Trabzonsporluyum. Ancak yalan söyleyemeyecek bir şey varsa o da elimizdeki datalar. Futbol hakkında analiz yapabilmek için yeterince dataya ulaşabileceğimi düşünüyorum. Elimde yeter ki data (veri) olsun, gerisi önemli değil. Yaptığım işin standart, standart altı veya standart üstü olduğunu belirleyecek olan, ben

Tek Yol Anarşizm!

Resim
    Kulağa hayli itici gelen bir kavram olan Anarşizm hakkında şöyle dolu dolu konuşabilmek hayli zor.     Anarşizm hakkında konuşamamanın çok çeşitli sebepleri var. Toplumun algılayışı, medyaya bağnaz yazarların hakim olması, halkımızın Anarşizm hakkında en ufak bir fikri bile olmaması vs...    Sanırım Anarşist denilince akla şeytana tapan, elinde molotof kokteyili olan tipler akla geliyor.     Oysa Anarşizm'in en önce derdi otoritedir. Anarşizm, otoriteye karşı bir harekettir. Bir yerlerden çıkıp "Ben buranın ağasıyım." diyenlere karşı dik duruştur.     Bu açıdan devletin meşruiyetini dahi sorgular. Sahi devlet, bizim en temel gereksinimlerimizi karşılaması için bazı hak ve özgürlüklerimizi devrettiğimiz, toplumu düzenleyen bir üst oluşum değil miydi?     İnsanlar bir araya gelerek devleti oluştururlar. Bu yüzden "Adalet, mülkün temelidir." denmiştir. Ve bu yüzden "Adaletin olmadığı yerde anarşi başlar."     Bir yerden sonra insanlık büyük bir açmaza

Edebî İzlenimlerim

   Bundan yaklaşık dört yıl önce bir gün edebiyatın kalbinin attığı İstanbul'da gireceğim edebî muhitlerin hayalini kuruyordum.     Başlarda gelecek planlarım arasında İstanbul'da yaşamak yoktu. Ancak özellikle lise edebiyat hocalarım beni edebî sohbet muhitlerinin hayli fazla olduğu İstanbul konusunda cesaretlendirdi.     Ben de üç yıl boyunca yapmam gerekeni yapıp -Istanbul'da okumak bir avantajsa bu yüzdendir- edebî muhitleri takip edip bu muhitlerde düzenlenen sohbetlere katılmaya çalıştım.     Bu yazı dizisini mezun olduktan sonra hazırlamak istiyordum ama İstanbul'da yaşayabilme ihtimalim olan yalnızca dört ayım kaldı.     Dolayısıyla kendimi edebî muhitlerde yaptığım gözlemler açısından sona yaklaşmış hissediyorum.     Örgün eğitim hayatımın son yılındayım. Bu, öğrenci olmayı sevmiş biri olarak çok can sıkıcı bir durum.     İstanbul maceram, öğretmenlik hayatımda tecrübe kazanmak içindi. Nitekim öyle de oldu. Girdiğim edebî muhitler, oralarda tanıdığım edebiyatçı