Futbol'un Felsefesi: Modern Bir Hastalık Olarak Futbol

   Koronavirüs sebebiyle dış dünyadan soyutlandığımız bugünlerde şüphesiz eksikliğini en çok hissettiğimiz alışkanlıklarımızdan biri de futbol!
   Çoğumuz bir futbol takımını tutuyoruz. Bir kısmımız tuttuğumuz futbol takımını destekliyor bir kısmımız da desteklediğimiz futbol takımının âdeta muhafızı kesiliyoruz.
   Kim ne derse desin hiçbir önemi yok. Futbol, profosyonel bir spordur. Futbol, büyük ekonomiye sahip bir sektördür. Futbol için de "bacasız sanayi" terimini kullansak yanlış olmaz.
   Başka hiçbir spor dalında kulüplerin ekonomisi milyon euro ile ölçülecek kadar değildir. Hatta pek az prestijli işlerde yıllık alacağınız maaş milyon euro olur.
   Üstelik bu durum yalnızca erkeklerin oynadığı hani şu büyük, yeşil sahalarda oynanan futbol için geçerli.
   Kadınlar da futbol oynuyor. Konuşan, haber yapan yok.
   Futbol, salonda da oynanıyor. Yine ilgi yok. Üstelik hepimizin çocukluğunda bir salon futbolculuğu yapmışlığı vardır. Hem de evde camı çerçeveyi indirmek pahasına...
   Birkaç yıl önce erkek ampute futbolunda Avrupa şampiyonu oldu bu ülke. Ama ne sokaklarda kutlamalar yapıldı ne de spor programında ampute millî takımımız hakkında bir analiz yapıldı.
   Kimseyi sporun yalnızca bir dalı ile ilgilendiği için suçlayamayız. 
   Bir kere futbol en ilkel sporlardan biridir. Oynaması da izlemesi de üzerine düşünmesi de kolaydır.
   Hatta futbolun tarihi de epeyi eskidir. Hunların dahi topu ayaklarıyla tekmeleyerek bir oyun oynadıkları Çin kaynaklarında yazmaktadır.
   İkinci olarak futbolu çok fazla teknik ekipmana ve masrafa gerek duymadan oynayabilirsiniz. Basketbol gibi pota yahut özel bir sahaya ihtiyaç duymazsınız.
   Çocukluk günlerini futbol oynayarak geçiren kişi, kendisine bir alışkanlık bazen de tutku kazanmış olur. Bu spora biraz da olsa aşina olanlar, çocukluk günlerine duyduğu özlemle futbolun içinde olmaya çalışır. Zira o günler dertsiz, tasasız geçen günlerdir. Sabahtan evden çıkılıp akşama kadar futbol oynanmıştır. Şimdiyse hayata karışılmış, sorumluluk alınmış, o çocuksu masumiyet yitirilmiştir. Bir diğer yandan dertsiz tasasız günler bir alışkanlık da bırakmıştır. Ancak şimdilerde o fizik gücünden eser kalmamıştır. Ayrıca hayatın yoğunluğundan futbola zaman da kalmamıştır.
   Tabii futbolu takip için bir neden de bulunmalıdır. Çocukluk yıllarında saf bir sevgiyle bağlanılan futbol takımı pek az istisna dışında kişinin ahir ömründe de yer edinmeye başlar.
   
   Ulus, mekanik bir oluşumdur. Zorunluluktan ortaya çıkmıştır. Coğrafi keşifler, Renéisaince ve Réform hareketlerinden sonra itibarı sarsılan Hırıstiyanlığın yerine insan yığınlarını bir arada tutacak bir güce ihtiyaç duyuldu. Bu durumda diller belirleyici oldu. 
   Büyük yığınlar ancak ulusa dönüştürülürse yaşayabilirdi. Ulusu bir arada tutmak için ideoloji ortaya çıktı. İdeoloji de modern dünyânın bir ürünüydü. İdeolojiyi tanımlarken dünyayı anlamaya çalışırken kullandığımız sistematik düşünceler diyoruz. Bu düşünceler içinden seçilen biri zamanla dünyayı anlamaya çalışırken birer ön kabul hâline gelirler. Artık dünya sorgulanırken sahip olunan ideoloji sorgulanmaz. Avrupa Orta Çağı'nda din nasıl sorgulanmaz konumda ise modern devirde de ideoloji öyledir. Avrupa Orta Çağı'nda halk, Papaz'a dolayısıyla Vatikan'a göre dinini yaşamak durumundaydı. Modern devirde ise bu papazlık görevini kanaat önderleri yürütmektedir.  Pre-Modern çağda dünyayı anlamak için Avrupa'da Hıristiyanlık kullanılırdı. Aynı şekilde Orta Çağ'da ateizm düşüncesi de yoktu. Bütün düzen Hıristiyanlık üzerine kurulduğundan ancak Hıristiyanlık, Vatikan'ın istediği yorumdan dışarı çıkabilirdi.  Bunlar da "sapkın" olarak nitelendirilirdi.
   Nietzsche'nin "Tanrı öldü." sözü de bu durum dolayısıyladır. Fransız İhtilâli ve Modernizm Tanrı'yı öldürmüştür.
   En azından bugün baktığımızda dünyayı anlayabilmek için birçok seküler düşünce mevcut. Hatta modern dünyada din olmadan yaşayabilecek bir alanınız dahi var. Belki kendinizi kısıtlamış olursunuz ancak yine de belli bir çerçevede dinin argümanlarına hiç başvurmadan yaşayabilirsiniz. Oysa Orta Çağ'da yaşayan birinin bırakınız dinin dışında yaşayacak bir alanı olmasını dine tâbi olmaksızın geçireceği bir saniyesi bile yoktu.
   İdeoloji bizatihi, seküler düşüncedir.
   Ulusçuluk işte bu minvalde ortaya çıktı. Milletler arasında -Arapça anlamıyla- yüzyıllardır süregelen bir bağ vardı. Bu bağ organikti. Ancak Hıristiyanlık, bilim duvarına tosladı.
   Ulusu bir arada tutmak zor bir işti. Çünkü önceden belirlenmiş bir kuralı yoktu. Kuralı kendiniz zaman içerisinde belirlemeliydiniz. Ulus inşası için kriterler gerekliydi. Her önüne gelen ulus olamamalıydı. Bu sebepten tarih ve dil araştırmaları ön plana çıktı. Dil, ulus olmanın ilk şartı idi. Kendi dili olan topluluklar kendine has bir ulus oluşturabilecekti. Ikinci kıstas ise tarihti. Tarihe bakılarak düşmanlar belirlenecekti.
   Tarih, dayanışmanın sağlanması için son derece önemliydi. Buna göre tarihsel varoluşunda her ulus kendini kahraman ilan edecekti. Geriye kalan uluslarsa her zaman işgalci, zorba ve hain olacaktı. Buradaki temel düşünce, bizim sınırımız dışında olan, bizden olmayan kötüdür şeklindeydi.
   Futbol takımlarının mantığı da budur. Tutanların, destekçi; destekçilerin de fanatik olması için çeşitli iletişim araçlarıyla kendi takımı ve taraftarları iyi, rakip takımların taraftarları ise kötü olarak kodlanır. Kulüplerin de bir târihi vardır. Bu târihte iyi, fedâkâr futbolcular olduğu gibi kötü ve hain futbolcular da vardır.
   Taraftarlar, takımlarına olduğu gibi birbirlerine de sıkı sıkıya bağlıdırlar. "Bir Trabzonspor taraftarı asla şöyle şöyle değildir. Galatasaraylı merttir. Beşiktaşlı delikanlıdır. Fenerbahçeli milliyetçidir." gibi saçma ama yığınları yığınlıktan kurtarıp mekanik dayanışma içerisine sokacak sloganlar üretilir. Yahut rakip takımın taraftarları -çoğunlukla bilmeyerek- diğer bir rakip takım hakkında dedikodular üreterek iki tarafın da mekanik dayanışmasının sürdürülmesinde rol sahibi olurlar. 
   Yine medya bilerek veya bilmeyerek bu tartışmaların hoş görülmesini, bunun futbolun içinde olduğunu söylerler. Oysa fesatlama diyebileceğimiz bu davranış hiç de doğal değildir. Medya bu tartışmaları destekler görünür çünkü mekanik dayanışmanın sürmesi medyanın yararınadır. Her polemik bir haber, her haber de paradır. Polemik olmaması demek futbolun konuşulmaması, futbolun konuşulmaması büyük bir kesimin işsiz kalması demektir. Bu bağlamda farz-ı misâl yeni tanıştığınız bir insanla aynı takımdan olmanız iyi bir dostluğun başlangıcı olabilirken rakip bir takımı tutmanız dolayısıyla kendinize düşman edilmiş de olma ihtimâliniz de her zaman vardır.
   Modern insan hep bir boşluk içerisindedir. Bu boşluğun en birinci sebebi ailedir. Sorunlu veya işlevini yitirmiş bir ailede büyüyen çocuk gelişimini tam olarak tamamlayamamaktadır. Adaptasyon süreci sancılı geçen çocuk sonunda organik olan yerine mekanik olana yönelmektedir. O hâlde modern dünyada uluslaşmak kaçınılmaz bir durumdur.
   Tüm bu boşluk içerisinde futbol, Roma'daki gladyatör dövüşlerinin yerini tutar. Sahada kanının son damlasına kadar mücadele etmesi gereken, mümkünse karın tokluğuna "arma" için oynaması gereken 22 sporcu vardır. 
   Mekanik dayanışmanın ulusa göre daha küçük bir tezâhürü olan takım tutmak da bu hastalıklı çağın hastalıklı bir düşüncesidir. Ne yapacaksın? Aşağı tükürsen bıyık yukarı tükürsen sakal! 
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek