Edebiyat Cemaatçikleri...

   Her şeyin bir sınırı var. Edebiyâtın ve özellikle de şiirin de. Hiçbir anlayışa karşı çıkmam. Her şiiri kendi akımında değerlendirmek gerek. Yeri geldi bir sokak edebiyatı şiirine bile güzel dedim. Ancak anlayışsızlığa tahammülüm yok. Şâir; acı çekiyor, şiir yazıyor. Bu yeterli mi? Değil! Sorun da değil, yazsın! Ancak öyle bir değer görüyor ki sormayın gitsin. Post-modernizm zâten iptidâîdir. Bu bir de siyasal islamcı zihniyet ve tavırla birleşince iyice iğrenç bir hâl alıyor. 15-16 yaşlarımdan kalan şöyle güzel bir şiirimi yayımlayacak dergi bulamıyorum. Çok mu yeteneksizim? Hayır! Bu şiirleri uzun uzun eledikten, düzelttikten sonra bunca zaman sakladım. Ya ben siyâsi bulunuyorum ya da ben onları siyâsi buluyorum. Sağcı bir dergiye gidiyorsunuz sohbet Rızâ Nur ve Cemal Granda'nın hâtıratları üzerine. Atatürk üzerine olmadık iftirâlar. Sağcı şâirler göklere çıkarılıyor, solcular ise her türlü ahlâksızlığın ikonu. 
   Dün, "Basın-yayın Kemâlistlerin elinde. İstedikleri gibi at koşturuyorlar." diyenler bugün yaptıklarıyla Kemâlistleri mumla aratıyorlar. Çıkıp bir sağcı şâiri eleştiremiyorsun. Aldığın cevap "Ölmüş gitmiş adam yahu. Bırak yakasını." oluyor. 
   Hani şu İngilizcede dernek kardeşliğini belirtmek için "brethern" terimi vardır ya, bunlar öyle bir brethern olmuşlar ki insan ilk gittiğinde kendini dînî bir cemaate girmiş gibi hissediyor. Grup psikolojisi çalışmak istiyor ya da çalışıyorsunuz Fâtih'te, Üsküdar'da herhangi bir edebiyat ortamına girmeniz yeterli. Baştan uyarayım, afişte yazan konuya inanmayınız. Konu Abdülhamid- İttihad Terakki- Atatürk üçlemesinden oluşmuş, komplo teorileri ile süslenmiş olacak. 
   Hareketlerini bir görseniz sanki 21.yy'ın Mevlânâ hazretleridir bunlar. Hepsinde sahte bir vakar, sürekli duygusal gibilik, şiddetle reddetmelerine rağmen taassub, riyâkârlık ve karakterlerine oturmuş bir blöf yapma hâli vardır. O kadar âdi şiir yazarlar ve o kadar yükseltilirler ki Türk Edebiyâtı'nı kendileri olmadan taşıyamazlar. 
   Bunlar, aslında ilgi odağı olmak isteyen şaklabanlardan başkası değildir. Hepsinin geçmişleriyle bir problemleri vardır. Kimseden göremedikleri ilgiyi brethernlik ilişkisi ile görmeye, kendilerini tedâvi etmeye çalışırlar. Sen hep sanarsın ama o, âdetâ insanlara önce umut vermek daha sonra ise bu umûdu aslâ karşılayamamak için dünyâya gelmiştir. 
   Bir söz ortaya atarlar. Kendilerine bunun mânâsını sorarsın. Cevap vermez. Bu sözler de "Ben bir elmayım, sen yarısı..." kâbilinden deli saçması sözler olur. Hayatları boyunca blöf yaptıklarından bu sözü de ustaca söylenmiş derin bir söz sanarsın. İşte komplo teorileri tuzağına düştüğün gibi bu tuzağa da seve seve, bile isteye düşersin. Muhteremin anlatmak istediği bir şey yoktur. O, bir deli olarak rutin saçma işlemini yapmaktadır. Bu iş, onun için bir tür boşaltım gibidir. Hayâtın iyi yanlarını alarak kendine saklar, birey olmayı yanlış anlayıp zihinsel ve bedensel mastürbasyon bağımlılığıyla herkesi görmezden gelir, sonunda da işe yaramayan posalarla içindeki tüm fenâlığı dışarı atar. Yâni edebiyatın canına okur. Gizemli tavırları sana bu sözün kıymetli olduğunu, üzerinde düşünmen gerektiğini anlaştırır. Sen de ne kadar takıntılıysan bu söz üzerine o kadar düşünür, düşündükçe de daha büyük anlamlar çıkartırsın. Zâten hayatları hep bir anlaştırma üzerine kuruludur. 
   Şu tabloya bakıp da sağcı ve aydın kelimelerini yan yana kullanabilir misiniz? Aydınlanmaya karşı olan bir sağcılık aydın çıkarabilir mi?
   Üniversitede edebiyat okuyayım desen yine sağcı olmak zorundasın. Yâni ben illâ ki sizin istediğiniz gibi edebiyat yorumlamak zorunda mıyım? Torpil, adam kayırma, kendinden olanı yanına alıp akademik yükselmesinin önünü açmak her bölüm, her üniversite aynı. 
   "Liyâkat" kelimesinin anlamının ne olduğunu bilenenin bu ülkede mevcut olmadığını düşünüyorum. 
   İstanbul'a gelmeden önce hayranlık duyduğum birçok edebiyatçının aslında hiçbir hoşlanılacak tarafının olmadığını kendim deneyimledim. Bu, benim için büyük bir hayâl kırıklığıydı. 
   İnsanların Youtube, Twitter, Facebook, Blogger gibi uygulamalara yönelmeleri bu yüzden. Neyse ki bilmem kimin, hangi organın gazete ve dergisinde iktidara, muhalefete, kişiye, kuruma yalakalık yapanlar bu tür mecrâları da kullanıyor ancak yetenekli insanlara bu tür mecrâlarda ulaşmanız hem daha mümkün hem de daha pratik. 
   Gerek aktüel gerekse birtakım konular üzerine yazdığım yazılarımın defâlarca dergilerden reddilen biri olarak söylüyorum. Yazılarım bir ayda yüzlerce kişiye ulaşıyor. Çok güzel dönütler alıyorum. Bu dönütlerde hatâlarımı fark ediyor ve düzeltiyorum. 
   Demek sorun ne bende ne de başkalarındaymış. Sorun, yazdıklarımın sisteme uyumsuz olmasındaymış. Sorun Post-Modernizm'in aslâ tahammül edemediği rasyonal bakış açımdaymış.  
   Felsefe ile ilgilendikten beri kendimi hiçbir ideolojiye bağlı hissetmiyorum. Bu yüzden sağcısının da solcusunun da modern olanın da post-modern olanın da ne karşısındayım ne de yanındayım. Ne birilerinin gözüne giresim var ne de mevkî elde edesim. Ne sizinleyim ne de değilim. 
   Her şeyin farkındayım. Bu farkındalık, biliş ile mümkün olduğundan her görüşe hoşgörüm ve sabrım da var. Ama bu sabır da bir yere kadar. Önce edep yahu!..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek