Yanlış Anlaşılan "Birey Olmak"

   Modern hayatta her insanın farklı ve ilginç bir serüveni var. Bunlar, bizi biz yapan şeyler. Buna "benlik" adını veriyoruz. 
   Benlik maddî ve mânevî özelliklerimizin toplamından mürekkeptir. 
    En az mâneviyat kadar maddiyat da önemlidir. Birinin birinden daha az veyâ daha fazla önemli olduğunu sanmıyorum. 
   Geleneksel toplumda mâneviyat tektir. Üzerinde uzlaşılmıştır. Ancak mâneviyatı ele alış şeklinde farklılıklar görülebilir. Kutsal varlıklar, ritüeller, korkunç ve cezâlandırıcı yaratıklar, gelenekler (tradition) ve görenekler (routin) tüm toplumlarda görülebilmektedir. Asıl kültür kodu dediğimiz kavram, toplumun neleri ve nasıl uyguladığıdır. 
   Bu açıdan mezhepler tek bir mâneviyâtın farklı ele alınmış formlarıdır. 
   Maddiyat ise mâneviyatın ağır bastığı her yerde geri itilmek durumundadır. Geleneksel toplumda da maddî olan önemsenmemiştir. Bir erkek ailenin büyüğünden kalan doğduğu evde yuvasını kurar, ailesinin bağ bahçesini ekip babasının işini devâm ettirirdi. Çok olağanüstü durum olup da çeşitli sebeplerden ailesinin işini devâm ettiremezse de yapacağı işler üretimin sınırlı olmasından dolayı oldukça sınırlanmıştı. 
   Orta ve Yeni Çağ Avrupası buna iyi bir örnektir. Köylünün toprağı ancak karın tokluğuna ekip biçebilmesi, sürekli yaşanan savaşlar, vebâ salgınları, ekonomik, dînî ve siyâsi istikrarsızlıklar insanları hayatta kalabilmek için farklı arayışlara ve meslek gruplarına yönlendirmiştir. Gemicilik ve korsanlık faaliyetleri buna iyi bir örnektir. 
   Üretimin artması ve çeşitlenmesi Sanâyi Inkılâbı ile başlar. Keşfedilen yeni kıtaların ürünleri bu fabrikalarda işlenir. Çeşitli iş kolları ortaya çıkar. 
   Bu fabrikaları kurabilmek, işleyebilmek, üretimini devâm ettirebilmek için bilgi önem kazanır. 
   Auguste Comte, hocası Saint Simon'ın fikirlerini sistemleştirir. Sosyal bilim kavramı tartışılmaya başlanır. 
   Bu durum bambaşka iş kollarını doğurur. İş gücü, sanâyiden hizmet sektörüne kaymaya yönelir. 
   Multi-disipliner sosyal bilim teorileri ortaya atılır. Yeni araştırma alanları ve buna bağlı olarak farklı uzmanlıklar ortaya çıkar. 
   Daha önceleri yaşam alanını daraltıp vahşi hayattan korunmak için oluştulan şehirler artan sanâyi kentlerin oluşturduğu mega kentler ile büyümeye ve vahşi doğaya girmeye başlar. 
   Şehir büyüdükçe insanlar birbirinden uzaklaşmaya başlamasına sebep olur. Ayrıca fabrikada çalışan işçiler toprakta çalıştıkları gibi serbest hareket edemiyorlardı. İnsanlar birbirinden uzaklaşmaya başladıkça da çok önemli bir problem ortaya çıktı: Yalnızlık! 
   Yalnız kalan insanın gelişim süreci de yalnız oldu. Gelişme ve ilerleme kavramları farklı anlamlar taşımaya başladı. Modern insan birtakım kavramları ele aldı. Kimini kabul etmedi. Aklın değerini anladı. Değerleri, aklın süzgecinden geçirdi. Bâzı değerleri ise kabul etti ama kendine göre değiştirdi. Bu, onun bireysel bir yolculuğu idi. Biricikti bu yolculuk ve oldukça kendine özgüydü. 
   Modern devlet yurttaş olarak tek tip bir insan modeli sunuyor, insanın iç dünyâsına karışmıyordu. Geleneksel devletler ise bunun tam tersiydi. Geleneksel devlet, şeklen farklılığı zenginlik olarak görüp tek bir iç dünyâ yaratmak istiyordu. Dîvan edebiyâtı bunun bir yansımasıdır. Bir felsefesi vardır. Kullandığı kalıp ifâdeler vardır- bunlara mazmun adı verilir. Bunun dışına çıktığınızda şiir yazamazsınız. Bu şiiri anlamak istiyorsanız bu dünyânın içine girmek zorundasınız. Şiir yazmak istiyorsanız sizden önceki şâirlerle aynı düşünüş etrâfinda olmanız gerekmektedir. 
   Modern dünyâ, herkesin farklı bir iç dünyâsı olmasına ruhsat veriyor. Herkes kendine en yakışan karakteri sonradan edinebiliyor. İnsanlara fırsatlar sunarak kendilerini geliştirmelerini sağlıyor. Dolayısıyla bireyi, diğer insanlardan kendini ayırt edebilmen için önündeki fırsatlar sonsuz durumda. Bireyi gerçketen birey yapabilecek bir sürü yol var önünde.  
   İşte bu devirde insanın kalitesini belirleyen bunlar. Ne yaptığınız, kendinizi nasıl ve ne yönde geliştirdiğiniz. Birey olmanın ifâde ettikleri de bunlar. 
   Peki biz birey olmayı nasıl anlıyoruz? 
   Yoktan yere kendi içimize kapanıyoruz. Sanıyoruz ki kalbimizi kimseye açmazsak çok daha değer görürüz. Birey olan kişi önce kendisine saygı gösterir, önce kendisini sever. Kendisine saygı gösterip, kendisini sevdiği için de başklarına saygı gösterir. Başkalarını da sevmek istiyorsa sever. Sadece "ben" deyip durmaz. Birileri ona ihtiyaç duyuyorsa ne çekinir ne de gocunur, gider yardım eder. İnsanlara istemedikleri zaman zorla değil istedikleri zaman yardım edebilecekse eder. Yalnızlık triplerine girmek demek değildir birey olmak. Kendi başına kalıp kendiyle ve "onlar" dedikleri kişilerle ilgili komplo teorisi kurmak demek değildir. 
   Eğer mesele buysa söyleyeyim: Amiplerin bile varoluşsal problemleri var. Gece yatmadan önce müzik dinleyip hayâtın üzerine fanteziler kurman seni çok özel bir insan yapmıyor. Önemli olan varoluşsal problemlerine entelektüel olarak ne kattığın...
   Basit meseleler üzerinde dönüp duruyoruz. Her tartışmamızın sonu kavgayla bitiyor. Oysa kavga ettiğimiz fikrin kabul edilemez olduğuyla değil de niçin ortaya çıktığıyla ilgilenirsek çok daha çözüm odaklı oluruz. Çözüm odaklı olmak ise ancak birey olanın uygulayabileceği bir davranıştır. 
   İlk yazımda sizlere bir örnek olay üzerinden anadolu İrfânını anlatmıştım. Şimdi görüyorum ki aslında her yazımın başlığı bu. Bu coğrafyaya 16.yy'dan beri güneş doğmuyor. Tam doğacak diyoruz, kendi elimizle boğuyoruz medeniyeti. Medeniyet böyle bir şey işte. Bir kere bir topraktan kovulduğunda kolay kolay bir daha o toprağa uğramıyor. 
   Maalesef memleketimin bireylerini bâzen gülerek çoğu zaman ise düştüğü komik durumlara üzülerek izliyorum. 
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek