Zihniyet Meselesi: Bir Yazı Kaç Kilobayt?

    Yusuf Kaplan geçen pazar yazdığı "İddialarımızı ve Gençliğimizi Yitirirsek, Geleceği De Kaybederiz" yazısı tüm siyâsi kesimler tarafından ilgi gördü. Kimileri oturdu Yusuf Kaplan'la ağladı, kimileri güldü geçti, kimileri tepkisiz kaldı, kimileri de hem katıldı hem katılmadı. 
   Mesele Yusuf Kaplan değil. Çünkü mesele bir kişi değil. Kimin ne dediğinin tek başına bir önemi yok. Ne Yusuf Kaplan'ın bilgi seviyesine bir lâf edesim var ne de söylediklerine. 
   Bu hatırlatmayı yapıyorum çünkü anlamıyorlar. Belki bu yazıyı okuyanlar da anlamayacaktı. 
   Yazı, büyük bir hezeyanla yazılmış. Dediğim gibi anlamıyorlar. Şimdi Yusuf Kaplan'ı hedef alan bir yazı yazsam Yusuf Kaplan ya umursamaz -ki bu seçenek daha yakın- ya da dikkâte alıp kendince haklılıklarından bahseder. 
   Bu ülkede şu an için sağ ideoloji -özellikle siyâsal islâm- sol ideolojilerden kat be kat daha zehirli bir konuma gelmiş durumda. Sağ ideolojinin barışması gereken birtakım noktalar var. Kesinlikle bir sağcıyla oturup konuşamıyorsunuz bunu. Katiyen dinlemiyor. Bildiğini okuyor. 
   O yüzden müellifin hastalıklı bakış açılarını, göremediklerini veyâ görmek istemediklerini, sorunlu ifâdelerini, anlamadıklarını ve anlamak istemediklerini yazıyı satır satır buraya alarak göstermeyeceğim. 
   Yazının esas konusu bir öğrencinin Yusuf Kaplan'a gönderdiği bir mektup. Mektupta üniversite öğrencisi özetle başörtüsü takan arkadaşlarının birer birer açıldığını söylüyor. Bu başörtüsü açma olayını sosyal medyada paylaşarak diğer başörtülü kızlara da örnek olduğunu söylüyor. 
   Nasıl Yusuf Kaplan'ın birtakım sıkıntılı ifâdeleri varsa benzer sıkıntılı ifâdelere bu mektupta da rastlanıyor. 
   Yusuf Kaplan, yazısında İmam Hatip Liseleri'nde "Deizm"in çok daha yaygın olduğunu bu yüzden de aile bağlarını kuvvetli tutmamız gerektiğini söylüyor. Erdoğan'ın dün söylediği "Aileyi hedef alan hiçbir düşünce meşru değildir." açıklamasının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 
   Comteci bakış açısı insanlığın üç büyük evreden geçtiğini söylüyor. Teolojik, metafizik ve pozitif. Benim yazılarımda kullandığım Geleneksel dönem(Pre-modern), Modernite, Modern, Post Modern, Post-Truth kavramları da Avrupalıların ifâde ettiği, dolayısıyla Avrupa bakış açısıyla Avrupa'nin merkeze alınarak ortaya atılan kavramlardır. Bu Avrupa için son derece tabiî ve meşrûdur. 
   Avrupa; bir modernite dönemi geçirmiş, bu dönemde geleneğin sorgulanmasıyla Modernizm ortaya çıkmıştır. Modernizm, Comte veyâ Saint Simon istediği, doktrinini ortaya koyduğu için ortaya çıkmamıştır. Bir dönem gelmiş, daha önceki dönemlerden çeşitli ayrılıklar göstermiş, birileri de bu ayrılıkları yazmıştır. Yaptıkları bu değişikleri yazıya geçirmek olmuştur. Post- Modernizm için de benzer ifâdeleri kullanabiliriz. Birileri istedi diye Post-modernizm denen bir ideoloji ortaya atılmadı. Foucault veyâ Edward Said, önde gelen post-modernist düşunürler değillerdir. Hepsi kendi bakış açısına göre gördüklerini yazmışlardır. Hattâ post-modernizm, çok daha kompleks bir yapıya sâhiptir. Modernizm gibi tek bir karakter göstermez. Post-Modernizm esâsen Modernizm'in Avrupa sınırlarını aşmasıyla Modernizm'e uyum sağlayamayan bireylerin ve toplumların Modernizm'e karşı tepkilerinin tek bir çatı altındaymış gibi gösterilmesinden kaynaklanan bir düşünce sistemi olmuştur. Aslında sistemli olmayan Modernizm aleyhtarı düşünceler Post- Modernizm adı altında sistemliymiş gibi bir durum almıştır. 
   Geldiğimiz son noktaya ise post-truth adını veriyoruz. Truth, Ingilizcede True kelimesi ile aynı kökten olup Türkçede hakîkât sözcüğü ile karşılanır. Hakîkât aslâ "Gerçek" kelimesiyle karıştırılmalıdır. Hakîkat, bizim gerçeği algılayış şeklimizdir. Gerçek, duyu organlarımızda işlenir. Sınırlı olan duyu organlarımız bu gerçeği tam olarak kavrayamaz. Sonunda kendince bir anlam çıkarır ancak bu çıkarılan anlam çok subjektiftir. Aslında gerçek tektir ve biz insanlar ancak onun bir kısmını görebiliyoruzdur. 
   Post ise post-modernizm (Modernlik sonrası) kavramında kullanımın aksine İngilizce "not" gibi kullanılır. Yokluk ifâde eder. Yani Post-truth, Türkçeye "Hakîkâtin Yokluğu" olarak çevrilir. 
   Modernizm, gerçeğe bilim yoluyla ulaşma iddiasındaydı. Post- Modern, Modernizm'in bu kesinliğinin doğru olmadığını gösterdi. Birden fazla hakîkât olduğunu gerçeğe ulaşmanın mümkün olmadığını söyledi. Post-Truth ise gerçeğe ulaşmayı bir kenara bırakıp hakîkâtlerin bile yok olduğunu söylüyor. Post- Truth döneminde insanın, bir arayışı yoktur. İnsanın arayacağı bir gerçek yoktur. Arayış zâten boşunadır çünkü varılacak bir nokta yoktur. Post-Truth, insanı dalından kopmuş bir yaprak gibi rüzgârın âkıbetine tâbi olarak hayâlin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına yumuşak fakat mânâlı bir düşüş ile düşme sırasında boş gözlerle dünyâyı temâşâ etmesini sağlar. Bu temâşâ öyle boştur ki yaprak çevresinde olan biten hiçbir şeye anlam veremez. Çevresiyle çatışma veyâ uyum içerisinde olmak yerine çevresine hiçbir tepki göstermez. Kayıtsızdır. Olan bitenler karşısında kolu kanadı oynamaz. Nietzsche'nin kehâneti doğru çıkmıştır. Bu dönemin insanı yalnızca göz kırpmakta ve temel ihtiyaçlarını karşılama kaygısındadır. 
   Bu ülkede üniversite çağındaki bir kadın başını açmışsa bunu kendi hür irâdesiyle yapmıştır. Ülkemizde hâlâ birçok kız aile baskısı ile başörtüsü takıyor. İlk fırsatta da başını açıyor. Bunun nesi garip? Birey, başörtüsü takmak istemiyor. Öte yandan insan, birtakım aşırı davranışlarda bulunuyor ve bu davranışlar toplumun genelinde görülüyor ise burada post-Truth'dan yâni hakîkatin yokluğundan bahsetmemiz gerekir. 
   Bu durum, devletlerin devâmı için çok tehlikelidir. Ne Modernizm'e ne de geleneğe bağlanamayan insanın devletini koruması için herhangi bir sebebi yoktur. Bu yüzden muhafazakâr düşünce her zaman bu tür toplumsal olaylara karşı tepki gösteriyor, Erdoğan'ın açıklamasıyla aile karşıtı ideolojileri meşru görmüyor. Çünkü aile; bireye önce dînin, sonra vatan, millet gibi toplumun seküler veyâ geleneksel bir biçimde var olması için gerekli argümanların empoze edildiği yerdir. Ailenin bozuk olması -muhafazkâr düşüncede bozuk aile dindar olmayan ailedir- sorunlu bir topluma, ailenin hiç olmaması ise toplumun varlığının ortadan kalkmasına sebep olur. Cemaat'in (Birincil ilişkiler) sosyolojik bir gerçek olduğunu düşünürsek ailenin ortadan kalkmasının pek mümkün olmadığı düşüncesine ulaşırız. Hegel'in söylediği gibi gelenek sâhibi olmamız bizi hayvanlardan önemli kılan en önemli özelliktir. 
   Türkiye'de 80'e kadar olan mânevî buhranın en büyük nedeni solun laik ve seküler ayrımını sağlıklı yapamaması ve halkın "gerçek" sorunlarına bir türlü inememesiydi. Bugünkü mânevî buhranın nedeniyse sağın, zamânında solun yaptıkları ve yapamadıkları üzerinden aşağılık kompleksi içerisinde olması, bu aşağılık kompleksini bir türlü yenememesi ve sırf sola ve "onlar" dediklerine inat aslında saçmasapan söz ve eylemlerde bulunmasıdır. Bu durum yıllardır Türk toplumunun ve Türk siyâsetinin yerinde saymasına sebep olmaktadır. Bu durum, askerî darbeden bile daha tehlikelidir. 
   Adam kayırma, rüşvet, liyâkâtin yerini alan sadâkât, nepotizm, local patriotizm (bölgecilik, şehircilik) yöneticilerin rasyonalitenin ucundan kıyısından geçmeyen söylemleri... En önemlisi Türk insanın adâlete duyduğu güvensizlik. Adâletin bittiği yerde anarşi başlar. "Tek Yol Anarşizm" adlı yazımda söylemiştim. İnsanlar, bile isteye Anarşist olmuyorlar. Herkes Proudhon, Baqunin okumuyor. Ama bir şekilde Anarşizm, Nihilizm, ilginç ve Materyalizm'in eh ahmakçasi diyebileceğim bir halk Materyalizm'i gün geçtikçe yayılıyor. Bunların çoğu çok saçma sapan argümanlarla geliyorlar karşınıza. Çok çocuksu, çok sıradan, çok basit söylemleri var. 
   Mesele hiçbir zaman Muhafazakâr düşünce olmadı. Mesele İslâm da değil. Aile de değil. Yusuf Kaplan da değil bilmem ne partisi de. Mesele toplumun bir şekilde değiştiği ve bu değişimi yanlış okuyup bu cehennem ateşini harlayan kimselerin sebep olduklarında. Mesele dünyânın yaşanmazlığından şikâyet edip de kasıtlı ve istemeden bu dünyâyı daha da yaşanmaz kılanların sebep olduklarında...
   Bakın, bir çizgim var. Bunun iyi anlaşılmasını istiyorum: Mesele bu kimselerde değil bu kimselerin sebep olduklarında diyorum. 
   Gerisi; ben şuraya yazı yazmışım veyâ yazmamışım da internette bilmem kaç kilobaytçık yer kaplamış çok mu yoksa eksik mi? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek