Aforizmalar: Zizek: "Sevgi, Kötülüktür!"

   
   Slavoj Zizek, 1949 Yugoslavya doğumlu filozof. Özellikle Hegel ve Marx'ın etkisi altında kalmış bir aydınlanma düşünürüdür. İdeoloji, cinsellik, küreselleşme gibi birçok konuda kitap yazmıştır. Kitapları Türkçe de dâhil olmak üzere birçok dile çevrilmiştir. Bugün için yaşayan düşünürler arasında hatırı sayılır bir yerinin olduğunu da eklememiz lâzım.    
   Aslında Türk halkı da Zizek'e pek yabancı değildi. Daha önce NTV yayına Cüneyt Özdemir'in konuğu olmuş ve Boğaziçi Üniversitesi'nde konferans düzenlemişti. 
   Zizek, Koronavirüs'ün hayatımıza girmesiyle bize kendisini yeniden hatırlattı. Çeşitli basın-yayın-medya kuruluşlarına yaptığı açıklamalar ve yazdığı "Pandemic!: Shakes to World" kitabı dünyada çok konuşuldu. 
   Henüz Türkçeye çevrilmemiş bu kitabı ve verdiği demeçler -millet olarak yabancı dile hep yabancı kaldığımızdan- direkt konu olmasa da "komşuda pişen bize de düşer" misâli Avrupa'da yapılan bu fikir tartışmalarının kırıntılarından bizde müstefid olduk. 
   Cemiyetimiz Zizek'i bir sözünden tanır: Sevgi, kötülüktür!   
   Çeşitli tartışma ortamlarında bu sözün tartışma konusu olduğunu gözlemledim. Bu söze olumlu yaklaşanlar olduğu gibi olumsuz yaklaşanlar da vardı ama olumsuz yaklaşanların sayısı olumlu yaklaşanlardan kat be kat fazlaydı. 
   Ancak ben Zizek'in bu sözünün tam olarak doğru algılanmadığı düşüncesindeyim.  
   Söz, anlamını içinde taşıdığı gibi (Derrida) sözü kimin söylediği de önemlidir. (Foucault) Bir de bağlamı ele almalıyız ki bu yüzden Zizek'in sözüne bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. 
   Zizek tam olarak: "Evren karşısındaki kendiliğinden tavrım ne olurdu? Herhâlde çok karanlık bir tavır olurdu. Birinci tez olarak tam bir boşunalığı ve yararsızlığı öne sürüyorum. Temelde “hiçbir şey” var. Kelimeyi gerçek anlamında kullanıyorum. Sonuçta yitip giden nesnelerin kırıntıları gibi. Evrene bakın, büyük bir boşluk. Ama sonra şeyler nasıl ortaya çıkıyor? Burada kuantum fiziğine kendiliğinden bir sempati duyuyorum. Evrenin pozitif yüklü bir boşluk olduğu fikri hâkim. Ama sonra bâzı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor. Bu fikir benim çok hoşuma gider. Var olanın sâdece “hiçbir şey” olmadığı, orada bazı şeylerin olduğu gerçeği. Bu da bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiği anlamına geliyor. Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felâket olduğunu ve şeylerin bir hatâ sonucu var olduklarını söylüyoruz. Hattâ ben daha da ileri giderek buna karşı koymanın tek yolunun hatayı üzerimize alıp sonuna kadar gitmekten geçtiğini öne sürüyorum. Buna bir de isim bulmuşuz. “Sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “Dünyâyı seviyorum” veyâ “evrensel sevgi” gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir. Ben dünyayı sevmiyorum. “Dünyâdan nefret ediyorum” ile “dünyâyı takmıyorum” arasında bir yerlerdeyim. Ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret. Çok aptalca. Bu var ve ben onu umursamıyorum. Benim için sevgi, aşırı derecede şiddet içeren bir eylem. Sevgi “hepinizi seviyorum” demek değil. Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var. Bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa diyorum ki seni her şeyden çok seviyorum. Bu gayet resmî mânâda sevgi kötülüktür.” diyor.
   Bu açıklamayı okuduktan sonra aklımızda şu üç yargı kalıyor: Evrenin temelinde hiçbir şey olmadığı, sevginin şiddet içeren bir seçim olduğu ve bu yüzden sevginin kötülük olduğu.   
   Ancak metne biraz daha dikkâtli bir gözle bakarsak metnin küçük ayrıntılarla dolu olduğunu; bu küçük ayrıntıların gözümüze çarpan şu üç yargıyı hem destekledikleri hem de bu üç yargının çözümüne kolaylık sağladığını fark ediyoruz.
   Hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamak adına Zizek'i satır satır incelememiz gerekmektedir.    
   Zizek, önce evrenin temelinde hiçbir şey'in var olduğunu savunuyor. Evren karşısındaki tavrının olumsuz ve karanlık olacağını söylüyor. Evrenin bir amacı olmadığını, şeylerin kendi hâlinde olduğunu söylüyor. Zaten Zizek, evrene baktığında büyük bir boşluk görmektedir. Bu boşluk da hiçliğin kendisidir.    
   Zizek, daha sonra konuşmanın bağlamından beklenmeyecek bir şekilde Kuantum Fiziği'ne referans veriyor ve Kuantum Fiziği'ne sempati duyduğunu, evrenin pozitif yüklü bir boşluk olması fikrinin hoşuna gittiğini söylüyor.     
   Başta evrene karşı karanlık bakan, temelde hiçbir şey olmadığını savunan Zizek, bu ifâdeleriyle fikrini değiştirmiş gibi görünmektedir.    
   Peki başta evrene karşı karanlık bakan birinin evreni pozitif yüklü bir boşluk olarak kabul etmesi onu iyimser yapmaz mı?  
    "Ama sonra bâzı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor." ifâdesi Zizek'in asıl anlatmak istediğiyle ilgili ilk önemli ipucunu veriyor. Zizek'e göre başta hiçbir şey yoktu. Her şey pozitif yüklü bir boşluktu. Ancak bir şeyler ortaya çıktı ve bu denge bozuldu. Bu pozitiflik yerini negatifliğe bir diğer ifâdeyle kaosa bıraktı.     
   Hattâ şöyle ekliyor: "...Var olanın sâdece “hiçbir şey” olmadığı, orada bâzı şeylerin olduğu gerçeği." Burada apaçık bir Optimistic Nihilizm fikrinden bahsedebiliriz.    
   Zizek, ikinci çok önemli ipucunu ise ilerleyen cümlerinde veriyor. "Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felâket olduğunu ve şeylerin bir hatâ sonucu var olduklarını söylüyoruz." İşte bu söz, Zizek'in niyetini tam olarak açığa çıkarıyor. Zizek burada dinlerin yaratılış olayına karşı çıkıyor. Dinlere göre yaratılış müthiş bir armonidir. Mûcizevîdir ve fevkalâdelik taşır. Dîne göre evren de olağanüstü güzellikere sahiptir. Oysa bilim bunu söylememektedir. Zizek'in baktığında gördüğü şey de armoni değil kaostur. Zizek'in bakış açısı da böyledir. Kuantum Fiziği kendi bakış açısını doğruladığı için Kuantum Fiziği'ne sempati duymaktadır.  
   Zizek, konuşmasının başında evren için boşunalığı ve yararsızlığı savunuyorum demişti. Burada da yaratılma olayının bir hatâ, bir felâket sonucu olduğunu söylerek baştaki yargısını kuvvetlendirmektedir.
    O hâlde sorun yaratan, dolayısıyla da onun yarattığı iledir. Yaratma olayı başlı başına bir hatâdır. Var olan dengeyi bozmuştur. Evrendeki düzeni bozup kaosu getirmiştir.   
    Zizek, bu yanlışa karşı koymanın bir yolu olduğunu söylüyor. Bu yanlışı düzeltse düzeltse insan düzeltir. Bu yüzden insan bu hatâyı kabul etmeli ve sonuna kadar gitmelidir. "Buna bir de isim bulmuşuz. “Sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “ sözleri sevginin kaynağına inmektedir. Dinlere göre "mutlak iyi" (?) Tanrı, yarattığı evreni sevmektedir. Yarattıklarını zâten sevdiği için yaratmıştır.  Bu durum tasavvuf geleneğinde de böyledir. Tasavvufta varlığın özü aşk ile açıklanır ve varlığa geri dönmek ancak onu sevmekle mümkündür.  
   Yaratılma eyleminin sorunlu olmasının nedeni ise Yaratan ile Yaratılan arasındaki sevgidir. Sevgi, Yaratan ile yaratılan arasında olmuş bir şeydir. Bu sevgi, sonucunda kaosu doğurmuştur.  
    Yine İslâmiyet'te Yaratan, yaratılan, aşk üçgeni sıklıkla karşımıza çıkar. Beşerî aşk yalnızca Allah içindir. İslâmiyet'te yalnızca Allah için sevilir. Sevilen kişinin de kalbinin Allah sevgisi ile dolu olması gerekmektedir. Tasavvuf geleneği bu durumu biraz daha ileriye götürerek beşerî aşkın ilâhî aşka ulaşmak için bir basamak olduğunu iddia etmiştir. Dîvan Edebiyâtı, bu ilâhî aşkın işlendiği tasavvuf geleneğinden birinci elden bolca beslenen bir edebî dönemdir.
   Yaratma, yaratılan ve yaratma kavramlarından bahsetmesi bir aydınlanma düşünürü olan Zizek'i deist yapmaz. O, her aydınlanma düşünürü gibi ateisttir.    
   Son bölümde ise sevginin kapsayıcı değil kayırıcı ve ayırıcı bir yönü olduğundan bütün dünyâyı sevmenin mümkün olmadığını, o hâlde sevginin kötülük olduğunu söylüyor. Zizek; sevginin kökenin yaratılmada olduğunu, sevginin hiçlikteki dengeyi bozduğunu, yaratılmadaki dengesizliğin sevgiden kaynaklandığını, sevginin seçim özelliğine vurgu yapıp şiddet içeren bir eylem olduğunu söyleyerek sevginin kaosa yol açmasından dolayı kötülük bildiren bir şey olduğunu söylüyor.  
   Nietzsche üç aşamadan bahseder: Deve, arslan, çocuk. Deve aşamasında, insan bütün değerleri olduğu gibi kabul eder. Arslan aşamasında değerlere karşı gelir ancak bir çıkış yolu bulamaz. Bu aşamada ya intihar edecektir ya da çocuk aşamasına geçip kendi değerlerini üretecektir.  
    "Sevgi, kötülüktür." deyip insanları suçun bizde olduğunu kabul etmesine iknâ etmekle varılabilecek bir nokta yoktur.  
   Biz, sınırlı yetilerimiz ile sevgiyi kavrayamayız. Bu yüzden hepimiz sevgiyi yaşantı ve kendimiz süzgecinden geçirerek farklı algılarız. 
   Aşk kelimesi ışk kelimesinden gelmektedir ve etimolojik olarak sarmaşık kelimesiyle anlam ilişkisi vardır. Aşk, aşeke fiilinden gelir ki bu fiil aşırı sevmek anlamında kullanılır. Sevdâ da esved (kara) sözcüğü ile aynı köktendir ve "sevede" fiilinden gelmektedir. Türkçede bu durumu kara sevdâ ile ifâde ederiz.    
   İngilizcede ise "like" ve "love" ilişkisi vardır. Kimi berâberlikler "like" seviyesinde kaldığı gibi bâzen bu "like" (hoşlantı) "love" seviyesine de çıkabilmektedir.    
   Ne kadar doğru olduğunu bilemeyeceğimiz argümanlar ve sınırlı yetilerimiz ile bir şeyin ne olduğuna nasıl böyle karar verebilir ve hakkında ahkâm kesebiliriz?    
   Durkheim, aile kurumunun korunma ihtiyacından ortaya çıktığını söyleyerek son derece doğal olduğunu savunur. Sevgi de böyledir. Son derece doğal ve içgüdüseldir.  Gelenek veyâ modernite -her ne olursa olsun- sevgiyi yanlış anlamış ve yanlış yorumlamışsa burada suç, sevginin kendisinde mi yoksa insanlarda mıdır? Bence burada suç, kimsede değildir. Yalnızca çağlara, insanlara göre değişen değer yargıları vardır.    
   Son derece doğal bir kavram olan sevgiyle kavga etmek yerine onu onarmaya, yeniden yapılandırmaya, yapıcı bir şekilde ele almaya çalışsak içinde bulunduğumuz kaosu dindirmek adına daha yerinde bir iş yapmış olmaz mıyız? 
   Sevginin bir seçim olduğuna kimsenin itirazı yoktur. Ancak "Ben herkesi seviyorum" demek, herkesi sevmek demek de değildir. Bir insan teknik olarak herkesi sevemez çünkü bu, sevginin doğasına aykırıdır. Ama bir kişi yüzünden herkesten nefret edebilir. Hepinizi seviyorum dediğimizde saplantılı bir ruh hâli içerisinde olmadığımızı söylüyoruz. Ben herkesi seviyorum demek "benim kimseyle kişisel bir derdim yok ve olamaz da. Kimseye karşı kötücül bir önyargım yok." demek.  
   Dünyayı sevmek konusuna gelince insan, kavgadan kaçınmak adına çevresi ile uyum içerisinde olabilir. Hayâtından memnundur. Bu, o kişinin kendi motivasyonudur. Onun dünyası balkonundaki saksısıdır, kapısının önündeki çiçektir. Emek verir, kendi dünyâsını güzelleştirir. Bu dünyadan da son derece memnundur. Olamaz mı?    
   "Dünyâdan nefret etmek ve dünyâyı takmamak arası bir yerde olmak..." Bu son derece kibir içeren bir ifadedir. Kibir ise her şeyden önce büyük bir insanlık suçudur. Kötülüğün asıl kaynağı kibirdir.    
    Ayrıca Zizek'in dünya görüşünü de hesaba kattığımızda bu sözün Zizek tarafından samimiyetle söylenmesine imkân yoktur. Zaten Jordan Peterson'a karşı çıktığı nokta da burada yatmaktadır. Peterson, bireyin önce kendi dengesini sağlamasını salık vermektedir. Bunu da "Önce odanı topla." olarak ifade etmektedir. Buna mukabil Zizek de bu görüşe katılmakla birlikte bireyin sorunlarının daha çok toplumsal boyutta olduğunu, toplumu düzeltmekle bireyin düzeleceğini savunmaktadır.
   Modernizm ile birlikte huy edindiğimiz her şeyi bilme kompleksimizden hâlâ kurtulamamış görünmekteyiz. Evren ve yaşam hakkında öğrendiğimiz küçücük bilgilerle tüm evrenin ve yaşamın bilgisine sâhip olduğumuzu düşünüyoruz. Her şeyi bildiğimiz için de (!) kendimizi huzursuz hissediyoruz.    
   İşte bu huzursuzluk bizi, hayâta karşı çıkarımlarda bulunurken önkabul olarak evrenin kaos olduğunu düşünmemize sebep oluyor.    
   Önermelerimiz ne olursa olsun evrenin kaos olduğuna o kadar inanıyoruz ki hayâtı kötücül olmaktan başka düşünemiyoruz. Beynimiz iyi ve olumluya dâir hiçbir şey düşünemiyor. Pek tabiî mutlak iyi ile ilişkilendirilmiş Tanrı'yı da bu açıdan baktığımızda anlayamıyoruz.    
    O hâlde iyi nedir, kötü nedir?    
    İyi, edgü kelimesinden gelmektedir. Ed değerli mal, ipek isim kökü ile isimden isim yapım ekinden meydana gelmiştir. Bir diğer görüş Edgü sözcüğünün ed- (et-- yap-) fiilinden +gü fiilden isim yapım ekinden türediğini söylemiştir.    
    Kötü kelimesinin etimolojik kökenine tam olarak inemesek de "göt" kelimesiyle alâkalı olduğu görüşüne hak vermemek elde değil. Göt "geri, arka" anlamında kullanılır. "Götün götün gitmek" deyimi bu bağlamda açıklanır. Organ olan Göt'e ise aynı zamanda "kaba et" adı verilmesi kaba ile kötü arasındaki anlam ilişkisi üzerine bizi düşündürüyor.  
   İngilizcede başlarda good kelimesinin karşıtı olarak evil kullanılıyordu. Evil, Türkçeye kötü bir fiilde bulunma durumunda olarak çevrilir. Bad kelimesi ise sık kullanılmıyordu ancak bad de İngilizcenin en eski kelimeleriden biridir ve Farsça ile ortak kökenden gelme teorisini hatırlatır. Farsçada Türkçeye de geçen "bed" kelimesi ile aynıdır. Türkçeye çevrilirken isim olarak "kötü" diye çevrilir. 
   God (Tanrı) ile Good (iyi) arasında anlam ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Hele hele buna başlarda İngilizcede Good'un karşıt anlamlısının Evil olduğunu bildikten sonra.     
   İngilizce, böyle anlam ilişkilerine fazlasıyla gebe bir dil. (Bak. Met~ Meet)  Bilindiği üzere devil da şeytan anlamına gelmektedir. "Mutlak iyi" olarak algılanan Tanrı, doğası gereği her zaman iyi olanla; "Mutlak kötü" olan yoldan çıkarıcı Şeytan ise kötü olanla ilişkilendirilmiştir. O hâlde "Sevgi, kötülüktür." önermesi son derece modern bir algılayışa sahiptir. Çünkü gelenek dışıdır. Bütün kötülüklerin kaynağı sevgiyse o hâlde birbirimizi ne kadar sevmez, birbirimizden ne kadar uzak durursak kötülüğü o kadar engellemiş mi olacağız? Karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan toplumlarda kötülük daha mı az görülmektedir? Sevgiyi hayatımızdan attığımız an hayatımızı tek bir kavram doldurur: Nefret! Zizek de zaten hayâtının nefret kavramı ile dolu olduğunu "dünyadan nefret ediyorum" diyerek söylemektedir.   Dünyâdan nefret etmenin ise bir şeye yarayacağını düşünmüyorum. Tıpkı "dünyâyı sevgi kurtaracak" sloganına inanmadığım gibi...    
   Sevgi, sev- fiilinden gelmekte olup +gi yapım ekiyle soyut bir kavramın ad olmuş formudur. 
   Sevgiyi hissettiğimizi söyleriz. Sevgi, hissedilebilirdir. Akılla kavranacak bir yapıda değildir. O yüzden mantıklı bir açıklaması yapılamaz.
    Dolayısıyla Zizek'in "Sevgi, kötülüktür." önermesi tâlihsiz bir hezeyandan, üzerine yüzeysel olarak düşünülen bir feylesof önermesinden başka bir şey değildir. 













   

Yorumlar

  1. Selamlar..

    https://saykolog.blogspot.com/2011/12/sevgi-kotuluktur-zizek.html?m=0

    Yukarıda bağlantısını verdiğim yazıma yaptığınız yorumdan ötürü teşekkür ederim. Her ne kadar 9 (dokuz) yıl önce yazılmış bir yazı olmasına rağmen, düşüncem hala geçerliliğini koruyor. Yeni fikirlere açık olmama rağmen, 9 yıllık süreç içerisinde yaşadığım maddi-manevi deneyimlerim, Zizek'in "Sevgi kötülüktür" lafını hala "komik" hatta "vasat" bir felsefe olarak görmeme sağlıyor. Sağlamaktan kasıt, teyit edildi onaylandı, Zizek hayatı karadelik gibi algılıyor. Yani kafada yok etmiş bir kere ve bu onun sorunu. Takmayın şu adamı, bırakın debelensin..

    < Yazınıza olan yorumum >
    "Dünyâdan nefret etmek ve dünyâyı takmamak arası bir yerde olmak..." Bu son derece kibir içeren bir ifâdedir. Kibir ise her şeyden önce büyük bir insanlık suçudur. Kötülüğün asıl kaynağı kibirdir....

    ---

    Sadece bu paragraf bile Zizek'in önermesini çökertiyor. Doğruluk ararken insanlara bir şeyler anlatmaya çalışan Zizek efendi, kendi kibirini hali, tavırlarıyla dışa vuruyor.
    Sevgi kötülük değildir, kibir kötülüktür. Bununla birlikte Sevgi ≠ Kibir.

    Yani Zizek aslında sevgi hissiyatına ve ihtiyacına gönderme yaparken aslında kendi zihinsel ve duygusal "boşluğunu" ifşa etmekte. Bunun farkında mı değil mi bilemiyorum ama neticede analiz yapmak için kelime kelime uğraşmanıza gerek yoktur. Sözlerin size hissettirdirdiği anlama odaklanın. (Ha, bu arada evren negatif & pozitif, iyi & kötü veya boş- dolu şeklinde değerlendirilmeye kalkışırsanız direkt olarak kafayı yemeniz garanti. Yani evren tabi ki zıt kutuplardan oluşmakta! Çünkü "kontrast" yani "farklılıklar" yani "zıtlıklar" canlılığı oluşturur. Burada bizim derdimiz sevgiyi tüm evrene yaymak gibi çocuksu davranışlar değildir. Söz konusu olan "yaşama biçimi, yöntemi, yolu, yordamıdır"

    Herhangi bir din veya felsefeye takılı kalmadan AMA sırf fikrin ortaya çıkmasıyla bile üstünde düşünmeye dair herhangi fikri dinleyip, insanın yaşamını ona göre tasarlaması şarttır. Çünkü yaşayışta bir "stratejiye sahip olmanız gerekmektedir". Bu aynı borsadaki fiyatların yükseliş ve alçalış trendi gibi bir "dalga" modelidir. Nerede sevgi duymanız gerektiğini, nerede sevgiye ve aşka "kapılmamanız" gerektiğini iyi idrak etmeniz gerekir. Sonuçta titreşen atomlardan oluşan bir beden içindeki "canlı bilince" sahip enerjiyiz.

    Canlılığın Tanımı:
    İnsanlık tarihinde kadim dillerin kökenini yazmayacağım. Canlılık, düşlediğiniz veya etkileşimde bulunduğunuz madde ya da metanın zıtlıklarını yaşamaktır. Bu sinüs dalgası gibi tepe ve dip noktaları olan hormonel değişimlerdir. Hiç birşey sonsuza kadar yukarı aşağı yöne sahip değildir. Elbet bir notkada direnç veya desteğe dokunur. Nefes gibi alıp verirsiniz fikirleri, üstüne deneyimlersiniz. Canlılık tam anlamıyla kalp atışıdır, insan ise üstüne kendi dopamin ve seratonini sürekli olarak yükseltmek için şartları zorlar. Eğer zorladığı noktalar diğer canlıların yaşamlarına bilinçli şekilde kastediyorsa işte bu saf "kötülüktür". Ama sevgi kavramı insanın "yol alması için" bahanesi ve yakıtıdır. Canlı kalması için gerekli olan "anlamdır".

    Kısacası Zizek efendi zihnindeki yaşam anlayışını herkese kabul ettirmeye çalışan kibirli, egoist ve saf kötülüğe odaklanmış bir insandır. O nedenle bu herifi sallamayın, siz kendi deneyiminizi yaşayın, kendi nedenlerinize ve yolunuza odaklanın. Sevginin yorumu da size kalsın, herkesin bu düşünceye katılmasını beklemeyin, ilham verin yeter..

    Çünkü her koyun kendi bacağından asılır.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek