Futbol'un Felsefesi: Gegen Pressing ve Grande Terim


   Türkiye, Terimciler ve Terimci olmayanlar olarak ikiye ayrılır desek yanılmış olmayız. 
   Bu ülkenin büyük bir kısmı Fenerbahçeli, diğer büyük bir kısmı ise Galatasaraylı ve istisnasız her Galatasaraylı, Terim'e büyük bir sevgi duyuyor. Çünkü Terim, gerçekten çok büyük bir camia lideri ve bu alanda ülkede onunla yarışabilecek kimse yok. Profiline bakıldığında o kadar bizden biri olduğunu görüyorsunuz ki! Şu racon kesmeleri, Polat Alemdar gibi kasılmaları, manşetlik sözleri ve aforizmalarıyla halkın gönlünü almayı o kadar iyi biliyor ki! Tahsil hayatı lise terk olan bu adamın davranışları, yaşayışı, oynattığı futbol o kadar hoş ki bazen ona bakıp bunun mümkün olmadığını düşünüyorsunuz. Hareketlerini küçümsüyorsunuz, taktik maktik bilmiyor ama çok iyi bir motivatör diyorsunuz çünkü apaçık bir şekilde bu adamın 32 yıllık teknik direktörlük hayatında 15 kupa kaldırmış olmasını kabul edemiyorsunuz. Fatih Terim, Ersun Yanal, Şenol Güneş gibi hocaların kıymetini anlamak için 90'lardan önce ülke futbolunun ne durumda olduğunu bilmek gerekir. Sahaya 7-8 savunmacıyla çıkıp en az 2-3 gol yiyip buna da şükür dediğimiz günler, bize Fatih Terim'i armağan etti. Eğer Özkan Sümer, Şenol Güneş, Ersun Yanal gibi hocalar olmasa mümkün değil dünyada bugün olduğumuz yerde bile olamazdık. 
   O yüzden bırakalım birbirimizi yemeyi. Ki zâten buna hiç gerek yok. Bunu milliyetçi sâiklerle söylemiyorum. Bu tür meselelere ihtiyacımız olmadığı için söylüyorum. Fatih Terim en büyük müdür? Bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Şüphesiz öncüdür, çok sevilmiştir, arkasında Galatasaray gibi büyük bir camia vardır, Avrupa'da takım çalıştırmıştır, milli takımda ve Galatasaray'da yaptıkları ortadadır. Onun kadar kupa kazanmış, ondan daha kariyerli bir Türk hoca da yoktur. 
   Futbolda Simeone ve Klopp ile ünlenmiş alan savunması yöntemi olan Gegen-Press'in Fatih Terim'in bulduğu, hattâ Terim'in UEFA kupasını bu Gegen-Press taktiğiyle aldığı söyleniyor. 
   Bu yazıyı hazarlamadan önce uzun soluklu bir araştırma yapıp birçok yerli veya yabancı kaynaktan faydalandım ancak bir kaynağı özellikle belirtmeden geçemeyeceğim. Youtube'da futbol üzerine hem akılcı hem de duygusal belgeseller hazırlayan Hastalık Bu Futbol ekibinin Terim ile ilgili yeterli ve doyurucu içerikleri var. Bunlardan "Terim ve Beyefendiler Masası" özellikle önemli ki Gegen Press'i Terim'in bulup bulmadığını o videoyu izleyip öğrenebilirsiniz. Futbolda savunma konusunu biraz daha derin araştırırsanız Shock Press'in ilk uygulayıcılarından birinin de Özkan Sümer olduğunu görürsünüz. Ancak şu anda Shock Press denildiğinde kimin aklına Özkan Sümer gelmektedir? Aynı şekilde Terim de Gegen Press'in ilk uygulayıcılarındandır ancak bugün Gegen Press denildiğinde kimin aklına Terim gelmektedir? Şu anda Terim'in kendisi zaten Gegen Pressing'i uygulamamaktadır. Türk teknik direktörlerden yalnızca Abdullah Avcı, Trabzonspor'da Gegen Pressing'i denemektedir. Sergen Yalçın ise önde pres yaptırmaktadır. 
   Hastalık Bu Futbol, Fatih Terim: Başarısının 5 Sebebi belgeselinde bu beş sebebi; liderlik, motive edebilmek, iletişim, felsefe ve vazgeçmemek olarak sıralıyor. Şöyle bir bakıldığında bu maddeler zaten bir liderde bulunması gereken özellikler. Tüm bunlara ek olarak Terim'in cesareti yani radikal kararlar alabilmesi var ki bu, belgeselde felsefe üst başlığında söylenmişti. 
   Futbolla ilgilenenlere verebileceğim tek öğüt, kitap okumalarıdır. Futbol artık ne sahadaki on bir oyuncunun dizilişiyle ne taraftar desteğiyle ne teknik adamla açıklanabilecek, anlaşılacak bir oyun değil. 2000'lerden ama özellikle 2010'lardan sonra futbol hem taktik hem profil hem piyasa olarak o kadar değişti ki futbolu anlamak artık ciddi ve ilmî bir mesele hâline geldi. Türkiye, 90'larda yaptığı atılımla 2000'lerde değişen futbola öncülük etmiş ancak 2000'lerde yerinde saymasıyla, 2010'larda kendi kendini yemesiyle dünya futboluna bırakın öncülük etmeyi şu sıralar intibak etmekte bile büyük zorluk yaşamaktadır. Fatih Terim, Şenol Güneş, Ersun Yanal'dan başka nitelikli Türk teknik direktör yetişmemiştir. Bugünlerde, artık Türk futbolunun çöktüğü bu günlerde- Erol Bulut, Okan Buruk, Çağdaş Atan, Sergen Yalçın gibi ancak birkaç teknik direktör gelecek vaat etmektedir ancak Çağdaş Atan hariç saydığımız teknik direktörlerin çoktan Avrupa sahnesine çıkmaları gerekmekteydi. Abdullah Avcı, iyi bir hocaysa gözü Avrupa kulüplerinde olmalıdır. Türk futbolu, Avrupa futbolunu yakalamak için Avrupa futboluyla intibak etmek zorundadır. Genç antrenörler, masrafları karşılanmak suretiyle Avrupa'ya yollanabilirler. 
   Futbolu yorumlayan kişilerin -Ali Ece, Mehmet Demirkol hariç- konuşmaktan bile âciz insanlar olması, amaçlarının amigoluktan başka bir şey olmaması, basit futbol terimlerini dahi bilmemeleri ve analiz yoksunlukları nasıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. 
   Platon, Devlet adlı eserinde ya filozofların devlet adamı ya da devlet adamlarının filozof olması gerektiği üzerinde durur. Bence de ya filozoflar, futbol adamı olmalıdır ya da futbol adamları filozof olmalıdır. Futbol, Gardner'a uzamsal zeka ile oynanan bir oyundur ve futbolda asıl amaç çok fazla yorulup çok fazla pozisyona girip çok fazla gol atarak yediğinden fazlasını atmak demek değildir. En az enerji ile en fazla işi yapabilmek ve galip gelebilmek, modern futbolun temel felsefesidir. Futbol, bir basketbol oyunu değildir ve Ersun Yanal'ın sisteminin bir yerden sonra açmaza girmesinin sebebi de budur. 
   Birazcık felsefeyle ilgilenenler Pozitivizm'in kurucusunun Auguste Comté olduğunu bilir. Felsefeyle birazcık daha ilgilenenler ise Pozitivizm'in aslında Saint Simon'ın olduğunu, Auguste Comté'nin yalnızca hocası Saint Simon'ın düşüncelerini yazıya geçirip sistemleştirdiğini bilirler. Sırf yazıya geçirdi diye bizim şu bildiğimiz Pozitivizm, şimdi Comte'un mu olmuştur? Yoksa Comte, hocasının görüşlerini çalacak kadar alçak mıdır? Değildir canım ne alâkası var? Hem Comte bunları yazıya geçirmiş olmasa dünya, bu fikirlerden nasıl haberdar olacaktı? Hem mesela Durkheim, Comte'den Pozitivizm'i alıp Sosyal Pozitivizm'i ortaya atmamış mıdır? Şimdi bu durumda Durkheim, Comte'den çalmış mı olmaktadır? Durkheim, Comte'den çalmış, Comte da Saint Simon'dan çalmışsa Saint Simon kimden çalmıştır? Yoksa Saint Simon da çalmıştır desek doğru olmaz mı? Neden doğru olmasın ki? 
   Bilim, kümülatif olarak ilerler. Ayrıca bir de zamanın ruhu (geist) denen bir şey vardır ve filozoflar veya sosyologlar, zamanın ruhunu sistemleştirip yazıya aktarırlar. Bu açıdan Pozitivizm; Rönesans, Reform, Sanayi İnkılabı sürecinden sonra ortaya çıkan bir düşünceydi. Pozitivizm, bizzat fabrika işçileri arasında görülen bir düşünceydi. Bunu fark edenlerden biri de Saint Simon'dı. Sonra o, diğerlerinden farklı olarak bu durumu düşünmeye başladı. Bu düşünüşe entelektüel bir boyut kazandırdı ve düşüncelerini Comte ile paylaştı. Comte, bu düşünceleri sistemleştirdi ve yazıya döktü. 
   Mesela Nietzsche, Nihilist bir düşünürdür diye Nihilizm'i savunmamaktadır. Aksine Nietzsche, insanoğlunu Nihilizm'e karşı uyarmaktadır. Foucault, Post- Modernizm'den bahseden ilk düşünür diye Post- Modernist değildir veya kimseye Post- Modernizm aşılamaya çalışmamaktadır. Tek amaçları yalnızca var olan bir durumu ortaya koymaktır. 
   Einstein, tam bir matematik cahilidir ve İzafiyet Kuramı'nı yazarken dört işlemleri bile eşine yaptırmıştır. Einstein, kuramını öyle çabucak yazmıştır ki biraz geç kalsa İzafiyet Teorisi'ni başkasının yazması işten bile değildir çünkü bilim, birike birike İzafiyet'i ortaya çıkarmıştır. Einstein, fizik dünyasında varolan tartışmaları takip ediyordu ve durumun farkındaydı. Dolayısıyla İzafiyet'i Einstein yazdı, o fikir Einstein ile anıldı. 
   Terim'in Arsenal UEFA finali öncesi soyunma odasında yaptığı konuşmada verdiği taktikler, Gegen-Pressing'in temel argümanlarıyla örtüşüyor. Topla birlikte hareket etme, topun olduğu yerde çoğalma, takımca savunma yapıp takımca hücuma çıkma gibi direktifler, Gegen- Pressing'i işaret etmektedir. Ancak o konuşmada Terim'in bir sözü var. Apaçık "Taktik maktik yok!" diyor. "Çıkacağız ve oynayacağız." diyor. "Oynadınız!.." diye de ekliyor. Tabiî ki bu meşhur "Taktik maktik yok!" sözü, Terim'in bir oyun planı olmadığı anlamına gelmiyor. 14- 15 kişilik bir oyuncu grubuyla o sene, hem Türkiye'de hem Ziraat Türkiye Kupası'nda hem de UEFA Avrupa Ligi'nde şampiyon oluyorsunuz ve bunun taktiksiz başarılabileceğini düşünüyorsunuz? İşte Terim'in söyledikleri apaçık Gegen-Pressing'tir ve bu dâhi, dünya futbolunu tamamen değiştirecek bir savunma sistemini uygulamıştır. E bu adam, takımını UEFA finaline çıkardığına göre herhâlde Avrupa futbolunu da izliyordur ve verdiği bu taktiklerin futbol adına çok yeni şeyler olduğunu biliyordur. Peki neden vurgulaya vurgulaya "Taktik maktik yok!" desin ki? 
   Ziya Gökalp, en az Fatih Terim kadar hakkı yenilmiş bir Türk büyüğüdür. Öyle ki bütün şu memleketi Gökalpçiler ve Gökalpçi olmayanlar olarak ikiye ayırın, hiç sırıtmaz. Bir şey ortaya koyan, çalışan, çabalayan insanların ortak kaderidir hakkını yemek. Birinin kütüphanesini yaktılar, bir diğerini tahtından indirdiler. Ancak ne Gökalp, kütüphanesi yakıldı diye ilmini eksildi ne de Terim'i tahtından etmeye çalıştılar diye imparatorluğu elinden alındı. O, büyük mürşit Ziya Gökalp'ti. O; Türklerin imparatoru, İtalyanların ise Grande Terim'iydi. 
   Yine sosyal bilimlerde az çok mürekkep yalamış olanlar bilirler ki Türklerden, ne Avrupa ne Antik Yunan ne de Uzak Doğu standartında pek fazla düşünür çıkmamıştır. Hele filozof nâmını alacak pek fazla insan vardır ki şöyle bir saymaya kalsak bir elin parmaklarını geçmez. 
   Yıllar önce hakkı yenilmiş Ziya Gökalp, bir diğer hakkı yenilmiş Terim'i bize anlatacaktı da bizim haberimiz olmayacaktı. 
   Ziya Gökalp milliyetçi bir Diyarbakırlı olarak, içi yanmış bir Türk olarak bu topraklardan neden filozof çıkmadığını açıklamaya çalışıyordu. 
   Gökalp, Eski Türklerde Felsefe adlı yazısında Türklerde din ile felsefenin bir tutulduğunu ve bu yüzden eski Türk dininin incelenmesiyle Türk felsefesinin anlaşılabileceğini söyler. 
   Ahlâka Doğru adlı yazısında "Insana normali gösteren ilim, orijinali gösteren dehâ, ideali tanıtan da ahlâktır." demiştir. Ayrıca şöyle ekler "Dahi, kıymetçe ilmin üstündedir. İlim, usul vasıtasıyla yapıldığından herkes çalışarak az çok ilim sahibi olabilir. Deha ise fıtratın bir mevhibesidir. Çalışmakla dâhi olunmaz. Dâhilerin ruhlara verdikleri vecdler, ilim adamlarının temin ettikleri menfaatlerden daha yüksektir. İlim; faydacı, maddi ve beynelmineldir. Deha ise millîdir. Deha, ilimden üstünken ahlâk da dehâdan üstündür." 
   Türkçülüğün Esasları'nda ise "Bir millet, muharebelerden kurtulmadıkça ve iktisadî refaha ulaşmadıkça içinde muâkale yapacak fertler yetiştiremez çünkü muâkale, düşünmek için düşünmektir. Türkler; şimdiye kadar huzur ve refaha ulaşamadıklarından hayatını muâkeleye vakfedecek az kişi yetiştirmiş, bunlar da düşünüş yollarını bilmediklerinden mefkurelerini iyi idare edememişler ve ekseriytle dervişlik ve kalenderilik çikmazlarına sapmışlardır. " Gökalp'in vurucu tespiti "Az sayıda filozof yetişmesinin sebebi, Türklerin spekülatif düşünceye istidatsızlıkları değil doğa bilimleri ve iktisadî refahta gerekli seviyeye ulaşamamalarıdır. Özellikle şu tespiti ise yukarıda verdiğimiz öncüllerin bir sonucudur. "Ayrıca Türkler, yüksek felsefe olarak geri kalmış olup halk felsefesi bakımından oldukça zengindir." 
   Şimdi sırayla Gökalp'in Terim'i nasıl anlattığını tahlil edelim. 
   Birincisi, bizden birini anlamak için bizim olanı bilmemiz gerekmektedir. Fatih Terim; Türk ve Müslüman, son derece inatçı, asabi, hırçın, sağa sola çok fazla karışıp gittiği her yeri kontrolü altına alıp oranın lideri olabilen bir Adana delikanlısıdır. Kazandığı kupaları, bu sayede kazanmıştır. Milan'dan kovulmasının sebebi de taktik maktik bilmemesi değil Milan gibi köklü bir kulüple Fatih Terim'in Adana delikanlığının çatışmasıdır. Fatih Terim'in başarısızlığa da, Allah'tan başkasına da eyvallahı yoktur. O; Adanalıdır, Allah'ın da adamıdır. 
   Terim, orijinali görebilen bir dehâdır. Bu yüzden Gegen-Pressing gibi bir sistemi, uygulayabilmiştir. Bu yüzden kaliteli birkaç yabancı ile alt yapıdan yetişmiş gençleri harmanlamayı başarıp UEFA kupasını almıştır. Dahi, kıymetçe ilmin üstündedir. O, final maçına çikarken Galatasaray'ın kazanma olasılığı 1/250 idi. Matematik yani bilim, Galatasaray bu işi 250 kere denese ancak bir kez galip geleceğini söylüyordu. Arsene Wenger, dünyanın dört bir yanından son derece bilimsel metodlarla oyuncu toplamış, buna karşılık Fatih Terim elinde ne varsa ona râzı gelmiştir. "Dâhi, ilmin üstündedir." Yani Fatih Terim, Wenger'in üstüne çıkmıştır. Wenger çalışmış ancak bir dehâyı yenememiştir çünkü Fatih Terim, bir dehâdır. Dahi, ruha öyle bir vecd vermiş ki ilim adamının (Wenger) sunduğu menfaatleri yenmiştir. İlim, beynelmineldir ve nerede nasıl oyuncu bulunacağını her teknik adam öğrenebilir. Dün bu işin en iyisi Fransız Wenger'di, bugün Alman Klopp. Ama 20 yaşındaki Emre Belözoğlu'nun dilinden anlayacak ancak bir dehâdır ve o dehâda millî olmalıdır. Fatih Terim, millî olandı. O yüzden Galatasaray'ın o günkü başarısı yalnızca Galatasaray'ın değil tüm Türkiye'nin başarısıydı. 
   Millet olarak sürekli birbirimizin yakasındayız. Bugün bu yazıyı yazmamın sebebi de bu değil mi zaten? Ekonomik refah desen en verimli çağlarımızı beş parasız geçiriyoruz. Dimağımız taptazeyken nefes aldığımız her saniyeyi, daha çok acıktığımızı hissederek ve acaba ne zaman boğazımızdan bir lokma geçecek diye düşünerek geçiriyoruz. Bu yüzden düşünemiyoruz. Zaten Terim'den önce hangi Türk, futbol adına düşünmüştür? Pek azdır. Bu yüzden bize düşünüş yollarını gösterecek kimse de yok. Bilmiyoruz. Eğitim desen, en yüksek üniversitelerden mezun olanların durumu ortadayken okusan ne olur okumasan ne? Kaldı ki Terim'in meslek lisesi terk olduğunu söylemiştik. Ömrü mücadelerle geçmiş bir adamın düşünmek için düşünmeye vakti olabilir mi? Kaldı ki ortaya bir felsefe koyacak... Adam sen de... Terim,  doğa ve sosyal bilimlerde ne kadar yetkindir? 
   Hastalık Bu Futbol ekibinin, Terim'in başarısıyla ilgili saydığı beş maddeden yalnızca felsefesi olduğuna katılmıyorum. Terim, misyon ve vizyon sahibi bir adamdır ama Klopp gibi Simeone gibi "yüksek" bir felsefeye sahip değildir. O, 90'larda Türk futbolu yapılanırken bu yapılanmanın hemen her aşamasında rol almış, bu millî yapılandırmaya yeni bir Anadoluluk katmış, bu da Gegen- Pressing gibi bir sistemin öncüsü olmasına hem de alt yapıdan çıkardığı futbolcularla öncülük etmesine sebep olmuştur. 
   Terim, kendini gerçekleştirmiş biri olarak her zaman olabileceği en iyi Terim olmuştur. Daha fazla imkânlara sahip olan, iktisadi ve ekonomik olarak sıkıntısı olmayanlar ise Gegen-Pressing'i bir futbol felsefesi olarak dünyaya tanıtmışlardır. Bir Fatih Terim'e bakın bir de Klopp'a. Muhtemelen ülkemizde bu kadar final kaybetmiş bir hoca olsaydı ona yaptıklarımızdan sonra bir daha gülemezdi. 
   "Ayrıca Türkler, yüksek felsefe olarak geri kalmış olup halk felsefesi bakımından oldukça zengindir." diyordu Gökalp. Evet, Terim yüksek bir felsefe ortaya koyamadı. Buna gerek de yoktu imkân da. Halktan aldı, halkın sistemini halka uyguladı. O, millî olandı. Halkının içindeki cevheri gördü ve o zengin halk felsefesiyle başarılardan başarılara koştu. 
   İnsan, hata yaparak öğrenir. Terim de birçok hata yapmıştır ve hâlâ da yaptığı olmaktadır. Seversiniz sevmezsiniz ancak bu adam, yaptıklarıyla saygı duyulmayı sonuna kadar hak ediyor. 
   Sen çok yaşa Grande Terim. Sen var ol İmparator...
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek