Eğitim ve Öğretim'e Dair: Okulsuz Bir Toplum'a Doğru Mu Gidiyoruz?

      Okul açmakla önemli bir iş yaptığını hemen her gün hatırlatan bir iktidarın söylemleri altında hemen hepimiz "okul" denen kavramı oldukça "iyi" olarak yorumluyor. 
   Ekmeğin arslanın kalın bağırsağına indiği bu bilgi çağında biz de cüzdanımızın ayın en azından birkaç günü dolu gözükmesi umuduyla en iyi üniversitelerin en iyi bölümlerine gidip bunun yanına birkaç saçma sapan eğitim tamamlayıp bu iyi üniversitenin yanına sertifikalar eklemek için gençliğimizi seve seve yakıyoruz. Hattâ yetmiyor; bir üniversiteyi okurken ikinciyi okuyor, kimimizse mezun olduktan sonra bir üniversite daha okuma cesareti gösteriyor, alabildiğimiz kadar diplomayı en yüksek puanlarla almaya çalışıyoruz. 
   Bütün bu saydıklarımı birçoğumuz normalize ettiği ve hayat amacı hâline getirdiği için pek de anlam ifade etmiyor gibi gelebilir. 
   Okul, oldukça modern ve modernist bir kavramdır. Kitlelerin okula gitmesi Avrupa'da Sanayi İnkılabı sonrası görülmeye başlanmıştır. Modern toplumda kadının da çalışma hayatına katılmak zorunda kalması, okullaşmayı mecbur kıldı. Modern şehir, dışarıya karşı güvenlik problemlerini hâllederken kendi içerisinde bir güvenlik zaafiyeti oluşturdu. Başıboş kalan çocukların, herhangi bir suça bulaşmaması için okullar cazip hâle gelmeye başlamıştı. Bu, başlarda bir çocuğun sanayide çalışmaya başlayacak yaşa kadar okulda kalması içindi ki bu da 14-15 yaşa tekabül ediyordu. Sanayide çalışacak olan bir işçinin okuma-yazmasının olup en azından birtakım temel bilgilere sahip olması bir avantaj olabilirdi. Bu arada işe yarayana kadar hem güvenli bir yerde olacak hem de devlet elinde bilinçli bir yurttaş olarak da yetişebilecekti. Bu durum Ulus-Devlet'in daha kolay yayılabilmesi için de bir avantajdı. 
   Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte bu sefer ilkokul düzeyi yetersiz kalmıştır. Zamanla modern bürokrasi gelişmiş, devlet daha çok memura ihtiyaç duymuş ve sonunda önce liselerin sayısı artırılmış, daha sonra teknik lise kavramı ortaya atılarak ustalık eğitimi "güya" liselerde verilmeye başlanmıştır. Bu süreçte Ulus-Devlet fikri daha da gelişmiş, bürokrasi daha da karmaşıklaşmış, "ulus olarak" bir tarih inşa edilmiş ve daha fazla yurttaşlık bilgisine ihtiyaç duyulur olmuştur. Bilgi, daha çok önem kazanmış ve bu önemli bilgileri ancak liseler verir olmuştur. 
   Meseleyi üniversite bazında düşündüğümüzde batıda ilk üniversite 11-12.yy'lara denk gelir. Reneissance ve öncesi dönemini düşündüğümüzde üniversite, bilgiyi toplu olarak sunuyordu. Zaten olan kitap sayısı azdı, matbaa henüz batıya intikal etmemişti. O dönemin aydınlarına baktığınızda üç dört birbiriyle alâkasız alanda bilgi sahibi olduğunu görürsünüz. Mesela aydınımız hem tarihçi hem de matematikçi olabilir. Çünkü zaten 100 kitap varsa bunların 10'u edebiyat 5'i matematik 5'i heykeltıraşlık falanla ilgilidir. Bunları okuduğunuzda zaten aydın olursunuz. 
   Yalnızca en iyilerin gittiği üniversite, bugün itibariyle herkesin bir şekilde gidebildiği bir kurum hâline geldi. 
   Türk tarihinde siyasi ve sosyal problemlerin birçoğunun altında kurumsallaş(a)mama yatmaktadır ki birçok aydınımız bu kurumsuzluk durumundan dert yanmaktadır. 
   Türkiye, asla modern olmamıştır ve olmayacaktır da çünkü moderleşme bir kere kaçırılmış, atı alan da Üsküdar'ı geçmiştir. Türkiye, asla Avrupa medeniyetine katılamayacaktır. Atatürk'ün bütün derdi Türkiye olarak Avrupa medeniyetine eklemlenmekti ancak arkasından gelenlerin onun gibi ve onun kadar düşünmemesi modernleşme anlamında Türkiye'nin son treni de kaçırmasına sebep oldu. 60'lardan sonra zaten Post-Modern kültür yayıldı ve Türkiye gibi modernleşememiş toplumlar, Post-Modernizm'e son derece teşne gibiymiş idi. 
   Bugün 21.yy'ın dörtte birlik bölümünü geride bıraktığımızda siyasetçilerin, olağanüstü bir şekilde kurumsallaşma sevdası içinde olduğunu görüyoruz. Bunun ilk nedeni, halka bir şekilde hizmet görevini yerine getirmek ki bu oldukça normal. İkinci nedeni, bireylerin kurumlara muhtaç olduğunun anlaşılmasından kurumsallaşmanın popülerleşmesidir. Niyet ne olursa olsun bir şekilde bu kurumsallaşmanın bir şekilde sağlanmaya çalışıldığını görüyoruz. Belki burada üzerinde durulması gereken nokta, iktidarın kurumsallaşmasının kendinden önceki kurumları yıkıp yerine kendi kurumlarını getirmek, muhalefetin ise eski kurumları ve kurumsal değerleri muhafaza edip ülkede kurumsal anlamda bir düalite olduğu yönünde. Buna göre iktidarın niyeti oldukça açık: Kurumsallaşmayı bir karşı devrimcilik olarak kullanıyor yani diğer bir ifadeyle kurumlar, devletin ideolojik bir aygıtı olarak devlete ve devletin düşüncesine karşı olarak kullanılıyor. Bu yapılırken de eskiden kalan devlet kurumları itibarsızlaştırılıyor ve mecut sistemin muhafızlarına karşı seçilmişler ve seçilmişlerin yanında olanlar yüceltiliyor. 
   Çok değil birkaç hafta önce özellikle Twitter'da bir "Anadolulu Akademisyen" tartışması vardı. Alâmet-i fârikası yabancı dil öğrenememek ve muhafazakâr olmak olan birtakım "Anadolulu Akademisyenler" Erdoğan'ın düşürdüğü dil puanını yükselten YÖK'e ateş püskürdü. Erdoğan sayesinde memurluk yapabilen biri, pek tabiî iktidardan olacak ve iktidara hizmet edecektir. Anadolulu akademisyenler de anadolulu öğrenci ve akademisyenler yetiştirmeye devam edecektir. 
   Birine "Çirkinsin." dediğinizde muhtemlen umursanmazsınız ancak her kim olursanız olun karşınızdakine cahil olduğunu ima etmek bile ciddi sıkıntılara yol açabilir. Çünkü bilgi toplumunda yaşıyoruz ve bu devirde her birey, kendine belirlediği üst akıllardan kopya çekerek özgün olma iddiasıyla iletişimde olduğu insanlara "kaliteli bilgi" sunma peşindedir. O hâlde artık ilkokul mezunu olmak, vasıfsız olmakla eş değerdir. Lise mezunu olmak ise bir vasıf değildir. Zaten liseler ve müfredat o kadar basitleştirilmiş ki üniversiteye olan ihtiyaç, daha da artmıştır. Bilginin kısıtlı olduğu devirde bilgi değerliydi ve ulaşılması güçtü. Değerli olması da zaten bu yüzdendi. Modernizm, bilginin paylaşılması ve tabana yayılarak artması gerektiğini savunuyordu. Bunda kısmen başarılı oldu ki Modernizm zaten ontolojik olarak çok ütopyan bir toplumu müjdeliyordu. İletişim araçlarının yayılması tabana yayılan bilginin tabana liderlik yapan, tabandan sivrilmiş kişiler sayesinde yine tabana yayılmasını sağladı. Bu da okula ek olarak alternatif eğitim kurumlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Hükûmetle ve hükûmetin düşünceleriyle uyum sağlayamayan ya da hükûmetin dışlamıß olduğu üreten insanlar, "alternatif eğitimcileri" meydana getirdi. Bu kişiler Youtube, Blogger gibi platformlarda kendilerine yer buldular. Netflix de benzer kategorilerde değerlendirilebilcek bir oluşumdur. 
   Dünyaya baktığımızda geliştirilen post-kolonyal teorilerle ortaya çıkan Avrupa'nın öteki tarihi, bir virüs gibi yayılan devlete güvensizlik ve komplo teorisyenlerinin zehirlediği beyinler neticesinde Avrupa'da da benzer durumlarla karşılaşıyoruz. 
   Bir tarafta kurumsallaşmasını tamamlamış, kurumsallaşmanın meyvelerini yemiş ve şimdiyse kurumsallaşmanın zararını gören bir Avrupa var. Kurumlar yapısı gereği ancak bir devamlılık sağlayabilir çünkü muhafazakâr yapıdadırlar. Buna göre Avrupa'da da birtakım gelişmeler kurumlara inat ve kurumların dışında meydana gelmiştir. Hiçbir kurum, kuruluş yoktur ki toplumun dönüşümünde üstün bir rol oynamıştır. Kurumlardan ve kurumsallaşmadan şapkadan tavşan çıkarması beklenmesi abesle iştigâldir. 
   Buna göre üniversitelerin, toplumsal bir dönüşüme öncelik etmesi ancak siyasal bir propaganda olmaktadır. 16.yy'dan beri doğru dürüst yatırım almayan bir coğrafyadan "Anadolu İrfanı" çıkması imkânsızdır. Marifet üniversiteye gitmek değil pratik olarak ortaya ne konulduğudur. Üniversitelerin az olduğu dönemde ancak üniversiteye gitmek marifettir. Artık üniversite sayısıyla övünmek, çağ dışı bir durumdur. 
   Bilginin az ve ulaşılması zor olduğu dönemlerde üniversite önemli bir yer tutuyordu ve "aydınlanma" için üniversiteye gitmek olmazsa olmazdı. Geldiğimiz bu dönemde üniversiteler hem -80 öncesi dönemde açık olan siyasal bölünmüşlük bugün gizli ve sinsi ama çok daha radikal durumda- siyasallaştı ve kutuplaştı hem de kurumsal yapısı itibariyle "bilgi sunma" açısından hem kısır hem de geri kaldı. Okulun ontolojik olarak öğretmeye değil müfredatı yerine getirmek ve yetiştirmek olduğunu da düşündüğümüzde üniversite dışında öğrenilecek bilginin niteliği ve niceliği üniversitede öğrenilecek bilginin ilerisinde oldu. 
   Üniversite, kütüphane etrafında çöreklenmiş binalardan ibarettir. Batıda üniversite, büyük kütüphaneler etrafında şekillenmiştir. Türkiye'de bir üniversite başarısından bahsedilmemiz için önce yayınlara, yayıncılık faaliyetlerine, kütüphane ve kütüphanceliğe bakmamız gerek. Demek ki bir şekilde bir yerler, birileri tarafından eksik bırakılıyor ki bir şeylerden şikâyet ediliyor. 
   Bu dönemle birlikte 1.5 yıl uzaktan eğitimle idrak edilmiş olacak. 
   Modernizmle birlikte şehirleşme, yabani hayat ile medeni yaşam arasını keskin bir çizgiyle ayırdı. Ayrıca Modernizm, Pre-Modern dönemdeki hijyen sorununu çözdü ve böylelikle özellikle Avrupa'yı kasıp kavuran birçok hastalığı yendi. Artık veba, dizanteri, verem gibi hastalıklar, hijyen sorunun çözülmesiyle ortadan kalkıyordu. 1. Dünya Savaşı ile Modernizm, bir ideoloji olarak tüm dünyaya yayıldı. Ekim Devrimi ile Ruslar "Sosyalist" bir ideolojiye geçerken, Avusturya- Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla modern ulus-devletler ortaya çıktı. İşte tam da bu sırada literatüre "İspanyol Gribi" olarak geçen hastalık ortaya çıktı. Bugün "mevsimsel grip" dediğimiz bu hastalık, işte bu İspanyol Gribi'nin çok daha hafif geçirilen bir versiyonudur. Devamında SARS, Kuş Gribi, Domuz Gribi hastalıklar ortaya çıktı ve bütün bu saydığımız hastalıklar aslında HN olarak kodlanan hastalığın farklı varyantlarıydı. Rutin olarak yaptığımız temizlik, bu hastalığın bize bulaşmasına engel olamıyordu. Esasen bu virüs, rutin temizliğimizden çok daha güçlüydü çünkü kaynağı vahşi doğaydı. Bir benzerini AIDS virüsünde de görüyoruz. AIDS'in ortaya çıkışı 1980'lere dayanmaktadır ve o yıllar Amazon ormanlarına baltanın vurulduğu ilk tarihlerdir. 
   Büyük şehirler, et ihtiyacını karşılamak için çiftliklere ihtiyaç duyar. Bu yüzden şehre hem yakın hem de çok uzak olmayan yerlerde hayvan çiftlikleri bulunur. Bu çiftlikler genelde küçükbaş hayvan çiftlikleridir çünkü küçükbaş hayvan daha uyguna mâl edilip daha uyguna satılır. Dolayısıyla küçükbaş hayvan, orta ve dar gelirli vatandaş için tüketilecek en lüks ve en pratik yiyeceklerden biridir. 
   Çin, modern şehir ile doğanın ayrımının en belirgin olduğu yerlerden biri. Ortada Merkantalizm- Kapitalizm ve Emperyalizm olarak gelişen bir dünya sistemi gerçeği var. Kapitalizm, ucuz iş gücüne ihtiyaç duyduğundan Asya ülkeleri üretim muhiti olarak ön plana çıkıyor. Dolayısıyla yalnızca Çin değil hemen bütün Asya ülkelerinde fabrikalılaşma ve sanayileşmeyle medeni hayat ile vahşi doğa arasındaki uçurum büyümektedir. Tarihte büyük salgın hastalıklarının birçoğunun kaynağı yine Uzak Doğudur-mesela veba. Uzak Doğu'dan daha önce çok salgın hastalık gelmiştir ve gelmeye de devam edecektir. Doğanın virüsü, modern insana bulaşabildiği anda ciddi sonuçlar verecektir çünkü modern insan, şehirde doğmuştur ve doğanın virüsünü vücudu tanımamaktadır. Öte yandan virüsler, bölgeden bölgeye bile değişiklik göstermektedir. Şu dilimizdeki meşhur "hava değişikliğinden hasta oldu" sözü aslında bu meselenin anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır. 
   Dünya, her an bu tür virüs salgını tehditleriyle karşı karşıyadır. Dün, domuz veya kuş; bugün kunduz veya yarasa... Yarınsa bir başka hayvandan alınan virüs. WHO, bu tür salgın hastalıklara karşı her an hummalı bir çalışma içerisindedir. Pandemic'i izleyenler bunun zaten farkına varmışlardır. 
   Yalnızca Türkiye'de değil tüm dünyada resmi ideoloji ile karşıdevrimciler arasındaki çatışma, devlete ve kurumlarına güvensizlik, hâli hazırda saydığımız tüm nedenler "okul" ve "üniversite" kavramlarını sorgulamamıza neden oluyor. 
   "Benim önerim yetenekli gençlerin mümkün olduğunca akademi dışında kalarak kimsenin derecelendirmesi veya gözetimi altında olmadan özgürce bilim yapmaları. Ben akademisyen olmanın biraz da yetenek olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar bu işe gerçekten çok uygun. Ortaya koydukları ürünler gerçekten bambaşka olabiliyor.
   Sizler zâten zeki insanlarsanız zâten kaliteli olanı bulacak ve kaliteli olanı üreteceksiniz. Bu yolda, bu çağın imkânlarıyla, kimsenin himmetine ihtiyacınız olduğunu düşünmüyorum!" demiştim Türkiye Türkolojisi ve Sosyetemize Etkisi adlı yazımda. 
   Devlet otoritesi var oldukça devletin kurumları da var olacaktır. Liberal sistem, kendi varoluşunu sürdürebilmek için az da olsa devlet otoritesine ihtiyaç duyuyor. Aynı Liberalizm, bize kurumlara ihtiyacımız olmamayı öğütlerken işte tam da kendi varoluşunu sağlamak için bizi kurumlara muhtaç bırakıyor. 
   Öte yandan herkes kendi kariyer planlamasını kötü de olsa bir rehbere ihtiyaç duymayacak kadar gelişmemiştir. Okul, birçok öğrenciye ders çalışma disiplini sağlamaktadır. Dolayısıyla bireyleşmenin sağlanamadığı ve Modernizm'in bu konuda başarısız olduğu düşünülünce okullar hâlâ -1.5 sene gidilmese bile- gerekli görünmektedir. 
   Eğitim kurumları çağdaşlık adı altında gittikçe baskıcı bir ortama dönmeye başlıyor. Mezun öğretmen sayısının çok olması "Super Man" veya "Tanrı" öğretmenlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu; öğrencileri kurumlara çok daha bağımlı hâle getirip öğrencilerin bireysel yeteneklerini sergileyebilmesinin önüne geçmekedir. 10'ar yıl arayla toplumların ve insanların çok daha büyük değişimler ve buhranlar geçireceğini hep birikte gözlemleyebileceğiz. 2030'lar 40'lardan, 40'lar da 50'lerden çok daha farklı olacak. Toplum bir yandan görünüşte muhafazakârlaşırken diğer yandan içten içe Anarşitleşecek. Devlet otoritesi ile otoritesizliği arasında yapılacak bu tartışma, çok büyük bir problemin basit ifadesi olacak. 
   Şu anlık okulsuz bir toplumu ufukta dahi göremiyorum ancak bir yerlerden sıyrılabilmek için okullu olarak okul dışınının açtığı nimetlerden faydalanmak ve alternatif eğitim kurumlarından hem bir müşteri hem de üretici olarak faydalanmak gerektiği kanısındayım. 
   Artık tek yol, kurumların kapısından geçmemektedir ve tutunmak isteyenlerin alternatif yollara başvurmasının hiçbir sakıncası da yoktur. 
   
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek