Edebî İzlenimlerim: Kampüste Edebiyat Öğrencisi Olmak

  

  Yazınsal ürünlerin gerçek popülaritesini kaybettiği bir dönemde edebiyatla uğraşmak da edebiyat okumak da eski değerini haiz değil. 
    Lise ders kitaplarında henüz siyasete ilgi duymaya, dünyayı anlamlandırmaya başladığımız dönemde gördüğümüz dava adamı edebiyatçı tipi yerini çok daha hassas, buna karşılık toplumun belli bir kesiminde pek fazla yer işgâl etmeyen tiplere bıraktı. Geçmiş dönemlerde bir edebî eser, gençleri intihara sürükleyip devrimlerin öncüsü bir vazife üstlenirken bugün için edebiyat, sıradan insanların sıradan aktiviteleri hâline geldi. 
    Dünün edebiyatçıları padişah, devlet adamı, memur, mülkiyeli, asker, tıbbiyeli gibi "büyük" insanlar iken bu kişiler için edebiyat, asil bir boş zaman meşgalesiydi. Bugünlerdeyse edebiyat, cazip bir meslek olma yolunda ilerlermiş gibi görünürken edebiyatçılar, toplumun alt tabakasından çıkıp hem alt tabakaya hem de üst tabakaya bu alt kültürü anlatma işinde başarılı olduğu nispetçe değer kazanmaktadırlar. Erken- Modern Türk edebiyatında Ahmed Midhad Efendi, günümüz post-modern edebiyatında Ahmet Ümid, bunun en göze çarpan örnekleridir. 
    Bugün endülüjansya, haklı olarak edebiyata ilgi duymuyor veya eski devirlerde olduğu gibi edebiyata önem atfetmiyor çünkü hem o devirden bugüne toplumun dinamikleri ziyadesiyle değişti hem de bu dinamikler niceliksel olarak artış gösterdi. Dinin etkisinin azalmasıyla sözün de kıymeti azaldı ve eylem, çok daha fazla önem kazandı. Edebiyat gibi meşakkati bol, getirisi az bir meslek-sanat da moda tabirle "ayağa düşmüş" oldu. 
   Türkiye'de sözel bölümlerin tercih edilmesinin sebebinin hiçbir şey yapamamaktan kaynaklandığının algılandığı bir dönemde edebiyat öğrencilerinin havuzun en niteliksiz öğrencilerinden olduğu su götürmez bir gerçektir. Üstelik bu öğrencilerin düşük gelir düzeyli ailelerden geldiğini, Türkiye'deki eğitimde fırsat eşitsizliği ve eğitimin de kapitalistleştiğini düşündüğümüzde tablonun ne kadar iç karartıcı olduğu anlaşılabilir. Öte yandan Kamu Yönetimi, Siyasal Bilgiler bölümlerinde bile bir senede İngilizce öğrenebilmek için bin bir takla atmak zorunda kalan öğrencilerimiz olduğundan hareketle havuzun geri kalanlarının ne durumda olduğu ortadadır. Oysa her bakımdan geri kalmış ve gelişmeye muhtaç bir ülke olarak yabancı dil bilmek mecburiyetindeyiz. Yoksa amacımız, bir bölümün öğrencisini hedef almak asla değildir ve bunun da kimseye bir faydası yoktur. 
    Gerek edebiyat tarihçiliği, gerek edebiyat öğretmenliği, gerekse dilbilimcilik kolay bir iş değildir. Yeni Edebiyat tarihçisi mutlaka Fransızca bilmeli, bunun yanında İngilizcesi iyi olmalı, Felsefe ve Tarih alanlarında da okur yazar olabilmelidir. Eski Edebiyat tarihçisinin ileri düzeyde Farsça ve Arapçanın yanında literatür takip edebilmek için asgari düzeyde İngilizceye ihtiyacı vardır. Analitik Felsefe bilmeyen bir dilbilimci nasıl mümkün olabilir? Eski Türk Dili çalışacak bir öğrenci neden en az bir ölü Asya dili bilmez? Bu alanda çalışacak öğrenci bunu lisans döneminde öğrenmeyecekse ne zaman öğrenecektir? Öğrenciler de bu hazırbulunuşluluk seviyesine sahip değillerse neden üniversiteye gidebilmektedir/gitmektedir? 
    Sorun şu ki ne üniversiteler bu eğitimi verecek ne de öğrenciler böyle bir eğitimi kaldırabilecek hazırbulunuşluğa sahiptir. 
    Edebiyat öğrencilerinin panaroması bu iken kendisinin bir prestiji olmayan edebiyat öğrencilerinin kampüste "edebiyatçı" sıfatıyla önemli bir konumda olduğunu söyleyemeyiz. Her edebiyatçının düşü "edebiyatçı" kimliğiyle kampüste "aranan adam" olmak ister ancak en nitelikli edebiyatçının bile bu anlamda yalnız kaldığını söyleyebiliriz. 
    Diğer taraftan suya sabuna dokunmayacak, birtakım angarya işler için edebiyatçılar hep ilk akla gelenlerdir. 29 Ekim, Öğretmenler Günü gibi aktiviteler, edebiyatçıların kendini göstermesi için bir fırsattır. Ülkede zaten bir grup olarak toplanma pek hoş karşılanmadığı için edebiyatçılar, bir kulüp olarak etkinlik yapamamaktadır. Her üniversitenin çeşitli bahanelerle bir türlü işlemediği meşhur bir edebiyat kulubü de vardır. Ne üyeleri bellidir ne de yònetim kurulu. Orada bir köşede tüm gizemiyle öylece durur. Zaten kampüste de belirli günler ve haftalar dışında da etkinlik ve toplanma fırsatı pek olmadığından edebiyat öğrencisinin kendini kampüsle sınırlaması dört yılının boşa gitmesine sebep olabilir. 
   Zaten genel edebiyatçı tipinin bu tür etkinlikler, toplantılar yapmaya pek hevesli olduğunu söyleyemem. Zaten özellikle ilk senelerde oldukça ağır dersler, edebiyat öğrencilerinin her anlamda elini kolunu bağlamaktadır. Sürekli kitaplarla uğraşmaları ve hem devrin siyasi atmosferi hem de baskıcı anne-baba tutumları onlara "durgun" bir karakter vermektedir. 
   Günümüzde sosyal bilimlere duyulan içi boş ilgi, gençlerin hemen her toplanmalarında bu tür muhabbeti sürdürebilecek, çeşitlendirebilecek nitelikli insanlara ihtiyaç duydu. Geleneksel toplumdaki "imam" görevini modern toplumda ulus-devletle birlikte sosyal bilimciler üstlenmeye başladı. Bu tür meselelerle ilgilenmeyen, ilgilenmek istemeyen biri bile mecburiyetten bu meselerle ilgilenecek birilerini himaye etme veya arkadaşlık kurma gibi zorunluklularla karşı karşıya. Bilgi toplumunda çirkin olmak önemli değildir. Hattâ bir bakıma tolere edilebilir bir durumdur. Ancak bilgisiz olmanın hiçbir affı veya özrü yoktur. O yüzden birine şaka yollu dahi "cahil" demenin sonucu çok ağır olabilir. Edebiyatı meslek olarak icra edeceklerin yetersiz olduğu koşullarda, edebiyatı hobi olarak görenlerin zaten yeterli olması beklenemez. Dolayısıyla kültür düzeyi oldukça yüksek, "boş yapmanın" kesinlikle yasak olduğu bu ortamlardan kahvehane muhabbetinden fazlası beklenemez. Yine de bir edebiyat öğrencisi için bu tür tartışmalarda "Tanrı" rolünde olmak, kampüste yaşadığı en sıradışı olaylardan biri olabilir. 
   Sözel bölümlerde kadın ve erkek öğrenciler arasında rahatsız edecek kadar sayısal fark vardır. Götürüsü fazla, getirisi az olan bu tür mesleklerden pragmatik ve pratik eril enerji uzak durmayı tercih etmektedir. Zaten duygu, duygusallık gibi şeyler daha çok dişil enerjiyi desteklemekte ve büyütmektedir. Erkeklerin sosyal hayatta her durumda geçim yükünü üzerinde tutması da bir diğer etkendir. Bölümde kadın öğrenciler okul derslerini en iyi şekilde vermeye odaklanmışken erkek öğrenciler daha çok hayta tipindedir. Siyasete oldukça ilgililerdir ve bölümdeki olanca başarısı da ideoloji ile özdeşleşmiş yazarlara olan ilgisinden gelir. 
    Bu bölümlerde daha önce de belirttiğim gibi öğrenci profili gelir düzeyi düşük Anadolulu ailelerin çocuklarından olduğu için Anadoluluk, Anadolu romantizmi gibi düşünce ve davranışlar, bölüm öğrencileri arasında dışarıdan bakan birinin rahatsız olacağı kadar çoktur. Hamasetin, gericiliğin, saçma sapan ilericiliğin görüldüğü bu bölümlerde uçta yaşanılan duygular; önce öğrencinin kendisine, sonra yakın çevresine büyük zarar vermektedir.  
   Yani edebiyatçı olmanın ya da kampüste edebiyat öğrencisi olmanın hiçbir cazip yönü yoktur. Bir edebiyat öğrencisi, gittiği bir yerde sırf edebiyat tahsili gördüğü için yoğun ilgi de görebilir, görmeyebilir de. Hattâ mesleği ona karşı bir antipati bile oluşturuyor olabilir. Bu tamamen izafi bir durumdur. 
   Öte yandan artık insanın seçimlerine değil seçimleriyle yaptıklarına saygı duymamız gerektiğini gerektiğini anlamamız gerek. 
   Oysa biz hâlâ muhatabımızın doğuştan gelen özelliklerine saygı duyuyor ve asla ama asla seçimlerine saygı duymuyoruz. 
    Edebiyatçılar, eski saygınlıklarına ulaşmak istiyorlarsa saygıdeğer işler yapmalıdır. Daha doğrusu insan, saygı görmek istiyorsa saygıdeğer işler yapmalıdır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Türkülerin Söyledikleri: İki Şeye Pişman Olan Ağasarlı Cayan Hüseyin

Türk Düşüncesi: 2023 Sath-ı Mailine Girerken...

Tolgahan'ın Gözlüğü: Acı Çekmek